selim turan resminde dil, süreklilik ve değişim

MÜMTAZ SAĞLAM

Selim Turan’ın entelektüel birikimi; Paris’te yaşanan dönüşümü daha hızlı bir şekilde anlamasını ve eşzamanlı bir şekilde bu üretim sürecine dahil olmasını sağlamıştır. İkonografik düzenlemelerin soyutlandığı varsayımını yedeğinde tutan bu resim anlayışı, Pierre Soulages ve Hans Hartung’un da açık etkileriyle girişilen özgün biçimleme deneylerine dönüşmekte gecikmemiştir. Dolayısıyla Turan; Paris yıllarının ilk evresinde ciddi bir şekilde, soyut-dışavurumcu pratikten ibaret olan sıra dışı bir resim gerçekliğiyle yüzleşmek durumunda kalmıştır. Ve buradan çıkardığı sonuçla (ısrarla non-figüratif bir bağlama çekmek istediğimiz) soyut-dışavurumcu pratiği, ömrünün sonuna dek uyguladığı sahici bir performans olarak görmemizi sağlamıştır.



Selim Turan, Çağdaş Türk Resim Sanatı’na 1950’li yıllarda büyük ivme kazandıran soyut-dışavurumcu hareketin önde gelen temsilcilerinden biridir.[i] 1947 yılından itibaren Paris’te yaşamaya başlayan sanatçı; resminin tüm gelişim evrelerinde figüratif bağlantılarını koruyan bir soyutlama anlayışı uyarınca davranır, tez-antitez adını verdiği bir gerilimli hat üzerinde kalmayı tercih eder.[ii]  Öncelikle; yüzyıl ortalarında tez düşüncesinin karşılığı olarak, sanatta yaşanan radikal dönüşümü algıladığını gösteren soyut-lekeci tavra özgü disiplini ödün vermeden uygular. Resmi, salt bir dinamik bir dışavurum hadisesi olma düzeyinden çekip aldığını ve biçim-anlam ilişkileri bağlamında bir duruş meselesi olarak kavradığını beyan eder.

Ardından; 1950’li yıllarda iyice belirginleşen ve dikine gelişen bir kompozisyon tipolojisini kullanarak, referansları açık olmayan ama klâsik ve heybetli figüratif kompozisyonları andıran soyutlamalara başvurur. Kendi içinde yatay ve köşegen hareketlerle dengelenmiş güçlü bir duyumun ürünü olan bu resimler; boyanın kalın, katmanlı ve hızlı kullanımıyla şaşırtıcı derecede özgürleşen bir performansın ürünüdür. Bu aşamada resimlerine tamamlayıcı hamle olarak dahil olan kaligrafik bağlantılar, bu özgürlük duyumunu fazlasıyla pekiştirir. Özetle Selim Turan, manipülatif eylemlerle sarsılan resmini, duygusal sapmalara eğilimli bir görsel anlatıya dönüştürmesini bilmiştir.

Ancak, karmaşık görünen bu üretim anlayışının belirleyici kaynağının, antitez fikriyle nitelenen bir figür düzeni olduğunu bilgisi, doğal olarak sıkıntı yaratır. Zaten; Rembrandt, Delacroix ve/veya Géricault’un anıtsal kompozisyonlarını ya da çarmıha gerilme gibi ikonografik sahneleri andıran, gerilim hatları itibariyla dinamik bir denge esasına göre yapılanan bu resimlere bakarken bu duyumsama hep yanı başımızdadır. Ve giderek, düşünsel düzeyde, bellekte ya da bilinçte imge bağlantılarına öncelik veren bir soyutlama ve doğaçlama çabası, tez-antitez söylemiyle yeni bir biçimleme alternatifi olarak karşımıza çıkarılmaktadır.

Selim Turan’ın temel biçimleme tercihi olarak benimsediği bu eylem resmini biçimleyen karşıtlık hâlinin, yani soyut düzenekte soyut ile figüratif olanın yan yanalığının bir kavrayış sorunu olarak görünmesi normaldir. Aslında otobiyografik bağlantılar, yetişme koşulları ve aldığı eğitimin karmaşık bütünlüğü, özellikle Sarıkız Efsanesi ya da imgesi etrafında düğümlenen bir açmazı tam olarak ifade etmektedir. Bu durum; sanatçının, düşünce ve inanç meselesi ekseninde yaşadığı kültürel çelişkilere ve yabancılaşmaya karşı ileri sürdüğü tezlere yönelik de bir reddiyedir sanki… Turan, uzun bir süre içinde gezindiği ifade alanına itiraz etmekte ve adeta kendini serbest bırakmak istemektedir. 1970’li ve 1980’li yıllarda, manzara-figür düzeneğine onu taşıyan ruh hâli ya da irade ise, 1990’lı yıllarda sentez olarak nitelenen ve Sarıkız imgesiyle simgelenen ileri yaş duygusallığına bağlı tinsellik arayışından başka bir şey değildir…[iii]

Hiç şüphesiz ki, Selim Turan’ın entelektüel birikimi; Paris’te yaşanan dönüşümü daha hızlı bir şekilde anlamasını ve eşzamanlı bir şekilde bu üretim sürecine dahil olmasını sağlamıştır. İkonografik düzenlemelerin soyutlandığı varsayımını yedeğinde tutan bu resim anlayışı, Pierre Soulages ve Hans Hartung’un da açık etkileriyle girişilen özgün biçimleme deneylerine dönüşmekte gecikmemiştir. Dolayısıyla Turan; Paris yıllarının ilk evresinde ciddi bir şekilde, soyut-dışavurumcu pratikten ibaret olan sıra dışı bir resim gerçekliğiyle yüzleşmek durumunda kalmıştır. Ve buradan çıkardığı sonuçla (ısrarla non-figüratif bir bağlama çekmek istediğimiz) soyut-dışavurumcu pratiği, ömrünün sonuna dek uyguladığı sahici bir performans olarak görmemizi sağlamıştır.

Selim Turan esasında; aldığı eğitimin niteliği ve kültürel donanımının Doğulu karakteri nedeniyle, onu meşgul eden zihniyet çelişkisinden bir türlü kurtulamamış ve sürekli bir biçimde bu gerilimi çalışmalarına yansıtmaktan geri kalmamıştır.


Mümtaz Sağlam, Copyright © 2022, Tüm hakları saklıdır. / All Rights Reserved.

Ayrıca Bakınız: https://saglamart.com/paris-okulu ve https://saglamart.com/lair-de-paris-turk-ressamlari-pariste-1945-1968

[i]    Selim Turan (1915 İstanbul – 1994 Paris) Nazmi Ziya Güran ve Feyhaman Duran Atölyeleri’nde eğitim aldığı Güzel Sanatlar Akademisinden 1938 yılında mezun olmuştur. Resim derslerinin yanı sıra İsmail Hakkı Altınbezer, Necmeddin Okyay, Kamil Akdik gibi meşhur üstadlardan hat ve tezhip dersleri de alarak eğitimini pekiştirir. 1947 yılında Paris’e yerleşen sanatçı, çalışmalarını bu kentte sürdürür. Paris öncesi dönemde, Yeniler Grubu hareketi içinde yer alarak toplumsal içerikli resimleriyle dikkati çeken Selim Turan, Türk Resminde 1950’li yıllarda öne çıkan soyut-lekeci eğilimin önde gelen temsilcilerinden biridir. Paris’te non-figüratif bir kavrayışta yoğunlaşan, dikey formatta tasarladığı soyut dışavurumcu kompozisyonlarıyla tanınır. 

[ii]    Tez-Antitez-Sentez; Selim Turan’ın sanat yaşamının gelişim ve değişim evrelerini simgeleyen bir betimledir. Necmi Sönmez bunu şu şekilde açıklar: “Selim’in tezi, 1950’den sonra geliştirmiş olduğu soyut çalışmalarıyla karşımıza çıkar. Soyut resim bir tür içedönüşün aracı olarak, dünyayı tanımlayacak bir tez, bir yorumdur. Sanatçı 1960’lardan sonra bu teze karşı figür ağırlıklı bir antitez geliştiriyordu. Selim’in son dönem çalışmaları olan hareketli heykellerinde karşılaştığımız sentez ise, adeta ölüme karşı geliştirilen bir mücadele olduğu gibi, sonsuzluğa da gönderme yapan öğelerle doludur.” Bknz. Dr. Necmi Sönmez, “Görünenin Ötesi/Selim Turan’ın Tez-Antitez-Sentez’e Dayalı Sanat Serüveni”, Selim Turan / Tez-Antitez-Sentez, (Katalog), SÜ Sakıp Sabancı Müzesi Yayınları, Mayıs 2017, İstanbul. sf.24.

[iii]   1990’lı yıllarda görünürlük kazanan Kaz Dağları manzaraları ve Sarıkız temalı resimleri, Selim Turan’ın geleneğe, yöresel yaşantı ve ritüellere, halk hikâyelerine duyduğu özel ilginin bir karşılığıdır. Sarıkız efsanesini bütünleyen imgeler, daha sonra Turan’ın mobil heykel çalışmalarına ve 1993 yılında Ankara’da Kurtuluş Parkı’na yerleştirilen 12 metre yüksekliğindeki Sarıkız Heykeli’ne de kaynaklık eder.