selim turan: bir savrulma serüveni

MÜMTAZ SAĞLAM

Selim Turan’ın figüratif algı ile soyutlama arasında sıkışan temsil paradigması; duyusal gerginlikle alâkalı bir karmaşa ya da kaos tasviri olarak uzun süre etkili olmuştur. Bu süreçte sanatçı, kayıtsız ve dolayımsız görünen bir ifade alanını, biçimci anlayışı öteleyen bir bozum girişimiyle düpedüz sarsmaktadır. Oluşan görsel/soyut örüntünün bir yıkıntı estetiğini andıran belirsizliği, hız ve gerilimle yüklü temsili, biçimsiz’e adanmış prototipe duyulan inançla ilişkilidir. Turan’ın bir post-memory hadisesi olarak yürüttüğü ifade alanı; o yüzden, tanık olduğu resim pratiklerinin, sanat tarihinden seçilen kompozisyon örneklerinin ve muhayyel bir akışla ortaya dökülen şahsi vurguların (hat kaligrafisi), anlatı tipolojisi olarak sunulduğu stratejik bir sonuç ya da üründür.



Selim Turan’ın bir soyutlamalar dizisi olarak beliren ve öznesini yitirmiş ya da reddetmiş görünen resim yaklaşımı, kendi içinde devinen ve/fakat referanslarını açık etmeyen bir düzene sahiptir.[i] Başlangıçta Hans Hartung ve Pierre Soulages ile bağlantılı görünen bu kavrayış potansiyeli, geri planında kimi figüratif örüntüleri ve kaligrafik jestleri de kullanarak zamanla farklılaşır, kendi özgün dil yapısına ulaşır.[ii] Sezgisel bir dışavurum esasıyla biçimlenen bu gerilimli resim düzeni; Arap harflerini andıran hat coşkusuyla ilişkilendirildiğinde ise kısmen rahatlar ve resmin soyut alt yapısında oluşan kademeli bir derinlik etkisiyle uzamsal bütünlüğünü tayin eder.

Selim Turan’ın bu süreçte, estetik açıdan etkili soyut-dışavurumcu yorumlarla birlikte örtülü figüratif savrulmalarla yoluna devam etmesi ilginçtir. Üçgen leke alanıyla yukarıya yönelen ve dikey düzenlemenin dinamiği, açık bir şekilde çarmıha gerilme mizansenini çağrıştırır. Tersine gelişen iki hareketin denge yaratan çatışmasıyla elde edilen bu gerilimli ortamda, imgesel bağlantıların dramatik etkisi, kullanışlı bir dinamik haline getirilmiştir. Söz gelimi bilinen ikonik bir anlatı ya da tasvir, şiddetli ve tuhaf bir betimleme, Selim Turan’ın imgelemine açık bir şekilde kaynaklık edebilmektedir.[iii] Ve/fakat bu ilişkisel durum; yani, geliştirilen soyutlamacı dil ve görsellik ile resimde anlatılmak istenen şey arasında oluşan mesafe, süreklilik gösteren bir karmaşanın da gerçek nedenidir.

Nitekim Selim Turan’ın oluşturduğu sahneler; bir bakıma duyumsadığımız yer ve zaman bağlantılarıyla bizi aykırı bir anlatı örgüsü içine çekmekte, soyut dinamik bağlam üzerinden meseleyi alarak bir katharsis hadisesi olarak takdim etmektedir. Yıkık dökük imge potansiyeli burada, bu duygu aktarımı meselesini inandırıcı kılmakta, sökülmüş görsel anlatılara ilişkin bir enkazı karşımıza çıkarmaktadır. Dolayısıyla bir karabasan tasavvuru ya da görselliği, diyalektik bir çağrışım gücünü devrede tutarak, çelişkili bütünlüğünü korumakta; hatta belirsiz, huzursuz ve tekinsiz biçimlerin dizilimiyle ölçülü bir sembolizme dönüşmektedir. Bu anlamda; Selim Turan’ın resim dünyası, zaten yeterince karanlık ve gizemlidir. Aşırılıklarla dolu boyasal savrulmayı ortaya çıkaran iç dünya; psikolojik bir dışlama gereksiniminin bir gereği ya da sonucu olacak düzeyde, fazlasıyla mesafeli ve karmaşık bir hâle gelmiştir. Dahası, bir kazanım olması gereken lirik ve ritmik dizilim esası, giderek kendini imha eden bir nostaljik bir duyuma kurban edilmektedir burada.


temsiline koşullanmış bir irade

Selim Turan’ın figüratif algı ile soyutlama arasında sıkışan temsil paradigması; duyusal gerginlikle alâkalı bir karmaşa ya da kaos tasviri olarak uzun süre etkili olmuştur. Bu süreçte sanatçı, kayıtsız ve dolayımsız görünen bir ifade alanını, biçimci anlayışı öteleyen bir bozum girişimiyle düpedüz sarsmaktadır. Oluşan görsel/soyut örüntünün bir yıkıntı estetiğini andıran belirsizliği, hız ve gerilimle yüklü temsili, biçimsiz’e adanmış prototipe duyulan inançla ilişkilidir. Turan’ın bir post-memory hadisesi olarak yürüttüğü ifade alanı; o yüzden, tanık olduğu resim pratiklerinin, sanat tarihinden seçilen kompozisyon örneklerinin ve muhayyel bir akışla ortaya dökülen şahsi vurguların (hat kaligrafisi), anlatı tipolojisi olarak sunulduğu stratejik bir sonuç ya da üründür.

Ayrıca bu tahayyül; kompozisyon olasılıklarını ısrarla, şiddetle ve yorucu bir tempoyla tartışan, kapalı devre bir bütünselliği ortaya çıkarmaya da koşullanmış gibidir. Hatta bu görüntüde figür altyapısını gizleyerek; temsili imkânsız bir duygu yoğunluklu düşünsel karmaşaya, bireysel ve psikolojik hadiseye dönüştürmeye kalkışmaktadır. Bu bakımdan Turan’ın 1960’lı yılların sonuna dek belirgin, daha sonrasında ise, dönüşümlü bir şekilde sürdürdüğü soyutlama girişimi; her durumda varoluşsal bir deneyim olarak performatif bir değer kazanır. Dolayısıyla bu temsili pekiştiren duygularına ilişkin bir dramatizasyonu, biçimsiz parçalarının oluşturduğu yıkıntı mizansenine atıflı bir düzenleme serisini ısrarla karşımıza çıkarmaktadır.

Bir kompozisyon çözümlemesi gibi duran, bazı kült imge ve resimleri andıran bu sahneleme anlayışı, kodlanmış bir anlatıya izin vermek istemediği için bağlantılarını gizlemektedir sanki. Yinelemek gerekirse bu yaratıcı eylemin; soyut ve dışavurumcu bir yönelimle enerji yaratan bir uzamda, belirsiz biçimler üzerinden gerçekleştirdiği gizemli ve varsayımsal (paradigmatik) bir temsil hâlini aldığı açıktır. Sanatçı burada, neredeyse bir karabasan tahayyülünü andıran, çelişkili ve savruk ama o ölçüde epik duyarlılığa sırtını dayayan tartışmalı bir özgürlük arayışı içindedir. Üstelik bu arayış, tekinsiz bir alanda; 1980’lerde yeniden su yüzüne çıkan portre, deniz, kuş, manzara ya da dağ görselliğinin hemen yanı başında yaşanmaktadır.

Selim Turan’da aslında, bir soyutlama stratejisi gibi duran, yoğun olasılık tartışmalarıyla biçimsel süreklilik kazanan bu yaklaşım; dönemsel beklentilere yanıt veren gizemli bir eylem niteliğiyle güncelliğini korumuş ve ilgi görmüştür. Ancak bu akışta, resim kavrayışıyla bağlantılı, biçimi ve figürü arayan bir kararsızlık hâli, biçimsel bir açmaz söz konusudur. Dolayısıyla ortam bu yüzden fazlasıyla gergindir. Turan; yetişme koşulları, kimlik ve kişilik özellikleri, duyguları ve görsel referansları itibariyla; kendi yolunda giden bir resmi adeta yeniden kişiselleştirmek istemektedir. Genel huzursuzluğu, duygusal gelgitleri ve suskunluğu bunu tatmin edecek bir sonuca ulaşamamasıyla ilişkili olabilir. O yüzden figüratif alana kayan Sarıkız Efsanesi’yle ilgili kompozisyonlara sinen naif boyut, anlatımcı ve göstermeci nitelik, tam da bu çelişkiden kurtulan Turan’ın duygusal ihtiyacını karşılamaktadır. Oysa Kadırga; bu iki yönelimi, yeni ve geleneksel olanın dengesini ayakta tutan içerik yüküyle biçimi rahatsız etmeyen bir sentezi önermektedir. [iv] Ve Selim Turan kronolojisinde önemli bir yeri işgâl etmektedir.

Yıllarca süren biçimsel sadakât; anlatı zeminini değiştiren cüretli hamlelerle sarsılmış, resim pratiği arada bir anımsanan okunur bir biçimleme organizasyonuyla birlikte yürümek zorunda bırakılmıştır.


Mümtaz Sağlam, Copyright © 2022, Tüm hakları saklıdır. / All Rights Reserved.

Ayrıca Bakınız: https://saglamart.com/selim-turan

[i]    Selim Turan (1915 İstanbul – 1994 Paris) Nazmi Ziya Güran ve Feyhaman Duran Atölyeleri’nde eğitim aldığı Güzel Sanatlar Akademisinden 1938 yılında mezun olmuştur. Resim derslerinin yanı sıra İsmail Hakkı Altınbezer, Necmeddin Okyay, Kamil Akdik gibi meşhur üstadlardan hat ve tezhip dersleri de alarak eğitimini pekiştirir. 1947 yılında Paris’e yerleşen sanatçı, çalışmalarını bu kentte sürdürür. Paris öncesi dönemde, Yeniler Grubu hareketi içinde yer alarak toplumsal içerikli resimleriyle dikkati çeken Selim Turan, Türk Resmine 1950’li yıllarda büyük ivme kazandıran soyut-lekeci eğilimin önde gelen temsilcilerinden biridir. Paris’te non-figüratif bir kavrayışta yoğunlaşan, dikey formatta tasarladığı soyut dışavurumcu kompozisyonlarıyla tanınır. 

[ii]    Selim Turan Paris yaşantısının ilk yıllarında (1949) Hans Hartung’un atölyesinde asistan olarak çalışır. Pierre Soulages ile de yakın bir dostluk kurduğu ve atölyesini sıklıkla ziyaret ederek gravürlerini bastığı bilinmektedir. Bknz. Selim Turan / Tez-Antitez-Sentez, (Katalog), Metin: Necmi Sönmez, SÜ Sakıp Sabancı Müzesi Yayınları, Mayıs 2017, İstanbul. sf.18-21.

[iii]   Bknz. Rembrandt Van Rijn, La Boeuf écorché, 1655, Tuval Üzerine Yağlıboya, 94×67 cm. (Louvre Müzesi Koleksiyonu, Paris, Fransa), [https://collections.louvre.fr/en/ark:/53355/cl010065605]

[iv]   Selim Turan, Kadırga, Tarihsiz (Olasılıkla 1950’li Yılların İkinci Yarısı), Duralit Üzerine Yağlıboya, 65×100 cm. (Kaynak: Necmi Sönmez, Selim Turan’ın Sanat Serüveni/Tez-Antitez-Sentez, Yapı Kredi Yayınları, Ağustos 2016 İstanbul, sf. 288-289)