pentürde yenilenme arayışları: 1970’li yıllar ve sonrası

MÜMTAZ SAĞLAM

Pentürde yenilenme arayışları: 1970’li yıllar ve sonrası/ Bu dönemde öne çıkan figüratif aktarım modellerinde, muhalif bir tavrın yaratıcı yöntemler kullanarak anlamını bulan siyasal bir eleştiriye dönüşmesi, tümünde hüzünlü, kasvetli ve gerilimli bir mekân etkisinin devrede tutulabilir olması çok önemlidir. Burada aynı zamanda, soyutlama pratiklerinin gölgesinde kalan ve/fakat dönemin popüler kültürüne hizmet ederek adeta birer afişe dönüşen figür resminin kendine özgü anlatımcı potansiyelini de düzeyli bir şekilde korumayı ihmal etmemiştir. Dışavurumcu tarzın izin verdiği ölçüde, hikâye anlatma sürecine katkı sağlayan, düşsel bir söylemi bahane ederek mecaz değeri taşıyan riskli ifade unsurlarını kullanan ortak bir görsel anlatı anlayışı, verimli bir model olarak devrededir. 



1950-1960’lı yıllarda geri planda konumlanan figüratif yaklaşım, yaygınlaşan soyut ve soyut-dışavurumcu yönelimin karşısında ne şekilde kendini ayakta tutmuştur? Özellikle dönemin gençliğini etkisi altına alan isyancı ruh, sanatçılarımızın da ilgisini çekmiş midir? Bu tür soruları, kültürel hayatta gösterge olarak gelişen tepki ve söylem biçimleriyle, büyük oranda 1970’li yılların siyasal ve toplumsal gelişmeleriyle ilişkili bir biçimde değerlendirmek gerekir. Basitçe yanıtlamak gerekirse, bu ara dönemde, siyasal tavır ve bilinçle figüratif anlatıma yönelen sanatçıları tam da bu yüzden 1968 Kuşağı’nın temsilcileri olarak, tipik kuşak tepkiselliği ile nitelemek mümkündür. Zaten, bu süreci Paris’te ve diğer Avrupa kentlerinde yaşamış bulunan sanatçılarımızın yakaladıkları dinamizm bu ruhla ilişkilidir. Mehmet Güleryüz, Komet, Alaettin Aksoy ve Neşe Erdok gibi sanatçılarda temayüz eden ve klasik betimleme kurallarına atıflı yeni-figüratif yaklaşımı, sadece Akademi mensubiyetleri üzerinden açıklamak yetersiz kalacaktır. Bu sanatçılara ait yapıtları evrensel niteliklere kavuşturan şeyleri, üslûp-tarz sürekliliğini sağlayan ve dinamik karakteri dizginlenemeyen bir üretim kararlılığına ve kendi iç enerjisini canlı tutan bir yenilenme ruhuna bağlamak gerekecektir. Bu ortaklaşan bakışın, aynı zamanda eleştiri ve mizâhla sentezlenmiş bir kara anlatı modelini ortaya çıkardığı bu aşamada söylenebilir. Bu aktarım modelinde, muhalif tavrın yaratıcı yöntemler kullanarak anlamını bulan siyasal bir eleştiriye dönüşmesi, tümünde hüzünlü, kasvetli ve gerilimli bir mekân etkisinin devrede tutulabilir olması çok önemlidir. Bu anlatı modeli, aynı zamanda, soyutlama pratiklerinin gölgesinde kalan ve/fakat dönemin popüler kültürüne hizmet ederek adeta birer afişe dönüşen figür resminin kendine özgü anlatımcı potansiyelini de düzeyli bir şekilde korumayı ihmal etmemiştir. Dışavurumcu tarzın izin verdiği ölçüde, hikâye anlatma sürecine katkı sağlayan, düşsel bir söylemi bahane ederek mecaz değeri taşıyan riskli ifade unsurlarını kullanan ortak bir görsel anlatı anlayışı, verimli bir model olarak devrededir. 

ifadeci niteliğin yarattığı anlam şiddeti

12 Eylül 1980 Darbesi’nin ülkede neden olduğu kesintili sanat üretimi sürecinde bile, figüratif temsilin direnci ve ruhu canlı tutulmuştur. Komet, Yüksel Arslan ve Cihat Burak gibi sanatçıların, sembolik tasvirler üzerinden karşıt bir dil ve yorumda ısrar etmiş olmaları bu bakımdan anlamlı ve önemlidir. Özellikle Mehmet Güleryüz’ün resim-desen imkânlarıyla gerçekleştirdiği, tarihsel hicive dönüşen gösterim; esaslı bir muhalif değer taşır. Tıpkı Güleryüz’de olduğu gibi; figüratif temsilin öyküsel içeriğe, anlatımcı kodlara uygunluğu ile kurulan ve metaforlar üzerinden işleyen bir imgelem, kullanışlı bir çözüm olarak karşımıza çıkarılır. Aynı derecede; duygusal katkılarla çatışan psişik gerekçeli bir aşırılık ve sertlikle bu tür anlatılar, sıra dışı ya da aykırı bir niteliğe bürünür. Böylece mekân tasviri çoğu kez hayalî bir ortama, masalsı bir boyuta çekilerek yabancılaştırılan ortam ve zamanda gerçekleştirilen eleştiri; yerel bağlamını geçici olarak terk eder. Fantastik bir boyuta evrilerek, ortak evrensel dramın ve söylemin sahnesine dönüşür.

Bu aktarım modeline uygun hareket eden Mehmet Güleryüz’de, ifadeci niteliğin anlam şiddetiyle yoğrulmuş desen-resimler üzerinden yaşadığı serüvene tanık oluruz. Deformasyon ile güç kazanan grotesk niteliklerle figüre yönelen bu yaratıcı irade, baştan beri siyasal eleştiriyi hedefleyen saldırgan bir üslûba sahiptir.[1] Esas niteliğini toplumcu gerçekçi bir duyarlıya dayayan bu gerilimli bütünlük, son derece dinamik ve estetik görünen bir imgelemle izleyiciyi sarsmaya devam etmektedir.

Mehmet Güleryüz 1980’li yıllarda New York’ta yaşamıştır. 1980’li yılların ikinci yarısında başlayan etkili büyük tuval resimleriyle yıkıcı bir yaratma eylemi içindedir. Renkçi tavrının pekiştiği bu süreçte boyasal bir eylem resmi, dinamik bir yapısal bütünlüğü arayan bir gerginlik söz konusudur. Bu radikal değişim ya da kopuş, 1990’lı yılları karşılayan Çöp Masalları Dizisi ile adeta zirve yapar. Burada desen üzerinden resmi niteleyen her şey, imha olmuş gibidir. Soyut dışavurum aşamasına gelinmiş, içerik sağlayıcı tüm referanslar, ısrarla ve öfkeyle yok edilmiştir.

Mehmet Güleryüz’ün değişim hamleleri, kendini gerçekleştirme serüveninin karşılığı olarak 1960’lı yıllarda kazanılan kararlılık ve tarzla olan bağını koparmadan devam eder. Fantastik yaratıkların, imgesel figür düzeneklerinin, doğrudan renkçi ve ifadeci bir duyarlığa evrilen ustalıklı örneklerine bu sayede ulaşabiliriz. Ancak arkasında da pek çok tarihsel yükün, travmanın izlerini buluruz. Bu nedenle Güleryüz’ün altmış yılı bulan verimli sanat üretimine bakarak, Türkiye’nin geçirdiği zihinsel değişimi, toplumun ruhsal durumunu, sosyal ve siyasal olayların yansıdığı kolektif bilincin ürettiği korku ve kaygıyı, umut ve coşkuyu en gerçekçi haliyle anlayabiliriz.

pentürde yenilenme arayışı

1970’li yıllarda anlatımcı bir yaklaşımla figüre yönelen bu sanatçıların doğal olarak 68 Kuşağı’nın ruhsallığını yansıtan, psişik gerilim içinde tuhaflaşan, tedirgin edici bir duygusallık içinde resme yaklaştıkları bir gerçektir. Hatta bu resimlerin/anlatıların ima edilen öyküsel boyutu zenginleştiren kışkırtıcı bir arzuyla bezendiği, kişiselleştiği ve hayatı daha kapsamlı bir bakışla yantısan sonuçlar ürettiği hemen fark edilir. Bu nedenle, ait oldukları figür geleneğini en azından yerel bağlamda aşarak, Yeni-Dışavurumcu hareketin küresel düzeyde yarattığı etkileşim alanına dahil oldukları görülür. Özellikle Komet ve Alaettin Aksoy, bu kapsamda fantastik unsurlarla dolu bir imgelemi, örtük psişik bağlantılarla belirginleşen dolaylı anlatımları, ürküntü veren düşsel bir uzamı, hiç alışık olmadığımız ölçüde yabansı görünen bir imgelemi, dil ve söylem tercihi olarak önümüze çıkarmaktadır.

Komet’in 1970’li yıllarda başlayan Paris dönemi, figüratif anlatım geleneğine ciddi katkılar sağlar. Tuval resminin geleneksel yapı bütünlüğü içinde kalarak, hem simgesel, hem de gerçeküstücü katkılarla resmini güncel niteliklerle buluşturan bir yaklaşım içindedir. Burada özellikle masalsı bir söylemi, tedirgin edici bir boyutu ve güvensizlik veren bir görsel etkiyi mizâhla harmanlayan bir biçimlemeyi sürekli kılar. Dolayısıyla Komet’in tavrı, bir sahneye koyma girişimi gibi görünür ve teatral sunuma özgü jestler üzerinde belirir.

Komet, karanlık ortamlarda, dağ ve ormanlık alanlarda geçen hikâyeler anlatır. Dolayısıyla bu düşsel uzamın sahnesine dönüşen ve gerçeküstücü bir ortama taşıyan manzaralar; rahatsız edici bir gerilim etkisine sahiptir. Bu yüzden yoğun ve kesif bir ortam, çöküş ve yitime dair melankolik bir hissiyat baskındır. Korku ve kaygı üreten bir potansiyel burada hep yedekte tutulur. Huzursuz edici belirsiz ve muğlak, karanlık bırakılan bu alan aslında sakınaklı-mahrem bir boyutu simgeler. Tehlike beklentisi yaratacak bir eşikte, figürleri belirsizlik içinde bırakır.

1980’li yıllarla birlikte bu resimlerin içerdiği yenilikçi ruhla, çağdaş figür resmi hareketine eklemlendiği ve başkalaştığı görülür. Burada, eleştirel söylemin, isyancı duyarlıkla yeşeren yeni-romantik bir duyumsamanın ve muhalif bir tavrın belirleyici olduğu ortadadır. Bu hâliyle Komet’in sanatı, aynı oranda kültürel alan ve toplumsal düzen sorgulamasının dramatik belgeleri/sonuçları olarak değer kazanır. Toplumsal belleği deşen, toplumsal cinsiyet tartışmalarına temas eden, tarih, toplum ve iktidar gibi sorunlu alanları psiko-patalojik bir bakışla irdeleyen bu yaklaşımı, kendi iç tutarlılığı ve söylem gücü bağlamında yine bir anlatı modeli ve yapısı oluşturan dinamik ve güçlü bir yapı olarak görmek durumundayız.

1980’li yıllarda belirginlik kazan figüratif anlatım seçeneğinin güçlü temsilcilerinden bir diğeri de Alaettin Aksoy’dur. Komet ve Güleryüz’le birlikte ele alınan Aksoy’un resimleri, Dışavurumcu etkinin sürekliliği içinde, etkili biçimsel yapısıyla farklılıklar gösterir. Ancak dönemin algısına yön veren tuhaf bağlantılar, ironik tasvir, belirsizlikle ifade edilen kaba-gülünç betimlemeler, yer yer fantastik görünen muhayyel tasvir Aksoy’un resmi için de önemli hususların başında gelir. Ancak doğaçlama ile dinamik boyasal dışavurum, Aksoy’un biraz mesafeli durduğu bir yöntem veya etkidir. Aksoy’da özenli bir boyama-biçimleme yaklaşımıyla kotarılan imgesel yapılar, tarihsel betimleme anlayışlarına ve geleneğine bağlı bir görsellikte ısrar etmekte, onu çekici ve güncel bir görsellik düzeyine taşımaktadır. Son derecede konvansiyonel çizgide görünen anlatımda, başkalaşım ve Aksoy’u ayrıcalıklı kılan şey; uzlaşıyla elde edilen sonucun çatışmalı bir düzeye çekilmesidir. Burada, üslûp bütünlüğünü koruyan bir yaklaşımla, rahatsız edici içerik ve söylem üzerinden işleyen bir reddiye; kaotik ve karamsar bir tasvire doğru evrilmektedir.

Tıpkı Aksoy’da görüldüğü gibi, içerik düzleminde yaşanan bu sapma hâli, sanatçının değişen zaman aralıklarında yaşadığı farklı coğrafyalarda içinde kaldığı durumu açıklayan bir kurmaca anlatı yapısı geliştirmesiyle anlaşılır hale gelir. Fizikî koşulları değişmeyen resim yüzeyi ile sınır tanımaz ve ele avuca sığmaz düşsel alanların tanzimini mümkün kılan bu yaklaşım; çağdaş resim kavramsallığını doğru anlayan ve yansıtan marijinal örneklere çoktan dönüşmüştür. Görsel dil burada, içerden bir tartışmayı denemekte; anlatımcı ve yansıtmacı anlayışı kullanarak, resmi çıkmaza sürükleme pahasına onu aşan bir kurguyu ortaya çıkarmaktadır. Stratejik olarak bu anlatı modelinin farkı ve ayrıcalığı buradan kaynaklanmakta; onu yeni-figüratif hareketin programı ve etki alanında konumlamaktadır. Buradaki ısrar; aynı zamanda bu kararlılığa, soyut ve biçimsel dayanakların güvensizliğine de işaret etmektedir.  


[1]    Mehmet Güleryüz’de, Cihat Burak, Yüksel Arslan ve Ömer Uluç’ta da kısmen görünen görsel dil bağlantılarının Doğulu referanslarla da ilişkili göründüğü düşünülebilir. Orta Asya bozkırlarında üretilen kâğıt rulolara sıkışmış, özgün ve dinamik bir işlek çizim ve yaratıcılık hadisesi olarak beliren natüralist tasvirlerin bu figüratif dönüşümle dilsel bir yakınlığı olabilir. Bu derece gerçekçi bir hayat gözleminin yansıdığı, çizgisel ve kaba ama o ölçüde görkemli dilin, bu resim yaklaşımını karakterize eden bir ruhla ilişkisi pekâla kurulabilir.

ayrıca bakınız: https://saglamart.com/mehmet-guleryuz-toplumsal-ve-siyasal-icerikle-ortusen-sahici-bir-imgelemin-pesinde