sessizlik fırtına: kent-hayat ve sanat ilişkisi üzerine notlar

MÜMTAZ SAĞLAM

Sessizlik Fırtına, paradoksunun daha çok genç isimlerin temsil ettikleri durum ve konumla ilgili olduklarını kavradığımızda görsellik adına sunulan çeşitliliği dil zenginliği olarak görme ve niteleme imkânı oluşuyor. Bu bakımdan, güncele uzanan ironik tasvirler, siyasi vurgularla katılaşan kararlı havayı bir anda duygu ve coşku aralığında belirginleşen dış-dünya yorumlarıyla dengeliyor. Sergilenen işler ve isimlerin tespitinde özgürleştirici bir unsur olarak karşımıza çıkan bu dil/söylem çeşitliliği, karmaşık görünen bütünlüğün başlıca nedenidir. Dolayısıyla mekâna sirayet eden hatta yer yer ona hükmeden atmosfer etkisinin, aslında sergi ortamının tarihsel ve işlevsel anlamlarını da içeriğe dahil ederek, sık sık tematik bağlamla ilişkilendiği söylenebilir.


Sessizlik Fırtına, Küratör: Necmi Sönmez, Afiş Tasarımı: Ömer Durmaz, http://www.necmisoenmez.de/sessizlik_firtina-silence_tempete-silence_storm-27-09-30-11-2010/


Necmi Sönmez; “Meltem of İstanbul”dan sonra, “Sessizlik_Fırtına” ile kente odaklı ruhsal bir durumla bir doğa olayını ilişkilendiren sergi denemelerinin ikincisini izleyicilere sunuyor. İzmir kentinin yaratıcı sanat potansiyeline işaret eden bu nitelemede, sessizliğin kente egemen olan içe kapanma eğilimine; fırtınanın ise yine kentin belirli referanslar üzerinden yürüyen güçlü üretim dinamizmine (sakin güç?) gönderme yaptığı çok açık. İzmir’le bu şekilde yüz yüze gelmenin ve ona bulaştıkça olağanlaştırıcı ya da özgürleştirici bir ruh ve iradenin öznesi olma durumunun muhasebesini yapan Sönmez, zamanla şekillenen bir ilişkinin yarattığı duyarlı zemine bu etkinliğin düşünsel bağlamını yerleştiriyor.

duyarlılığa ve farklılığa vurgu

1980’li yıllarla birlikte ülkede uygulanan liberal politikalara ilgi göstermeyen İzmir’in siyasal iktidarlar ve medya kuruluşları tarafından sürekli olarak ötelenmesine ya da yalnızlaştırılmasına rağmen, ortaya koyduğu dinamiklerin gücü ve kararlılığı ile özgün kimlikler ve düşünce yapılarıyla şekillenmesi oldukça dikkat çekicidir. Salt bu nedenle, yani farklılığını ifade etme ihtiyacı ve şekli nedeniyle bile ağır yaptırımlara maruz bırakıldığı burada anımsanmalıdır. Zaman içinde iktidar odaklarının kente özgü bu bağımsız iradeyi kontrol altına alma çabalarının açık tehditlere dönüşmesi ise, ibretle izlenmektedir. Kültür ve sanat alanında da yeterince etkin olan bu “ıssızlaştırma” stratejileri karşısında, dikkatleri kendine çeken sanatsal yoğunluğa “fırtına” tabiri ve efektiyle vurgu yapan Necmi Sönmez, herşeyden önce duyarlıkları ve farklılıklarıyla direnen bu (yavaş) şehre, -kimine göre nazik ama saplantılı- psişik bir atmosfer kazandırıyor.

Gerçekten de İzmir’i anlamak isteyenlerin öncelikle burada süregiden gündelik hayatla, yaşanan sosyal ve siyasal gerçeklikler arasında belirgin bir şekilde hissedilen boşluğu doğru değerlendirmesi gerekir. Bu boşluk hissi ve ritm düşüklüğü, özellikle sahil kentlerine egemen olan ve çoğu kez rehavet kavramıyla açıklanan yarı zamanlı yaşam ve üretim koşullarının bir sonucu olabilir. Ancak hemen belirtilmelidir ki; bölgeye özgü huzurun, refah ve sakinliğin özenle korunan sınırları, doğal olarak burada süren yaşamı aynı zamanda daha özel ve farklı kılmaktadır. Kültür ve sanat bağlamında da bu iklimi soluyan sanatçıların üretimlerinde (büyük ölçüde bu nedenle) daha farklı konulara odaklanan özel dil kodlarının oluşması zaten kaçınılmaz hale gelmektedir. Bu yüzden ilgili kamuoyu, İzmir’de plastik sanatlar adına ortaya konulan işlerin öteki kentlerdeki sanatsal üretimlere kıyasla “gelenekle daha bağlantılı ve/fakat bireysel yaklaşımların içkin ve özgün boyutlarını içermekte olduğu” tespitini düşünmek durumundadır. Burada söz konusu edilen dil gerçekliği; aslında değişik ülke ve coğrafyalarda aynı dönemde üretilen sanatsal nitelikle daha yakından ilişkilidir. Sonuçta, doğrudan mesaja düğümlenmeyen, plastik sorunları göz ardı etmeyen hatta önemseyerek tartışan ve daha çok deneysellik arz eden yaklaşımların ayrıcalığını saptamak hiç de zor değildir.

Necmi Sönmez, “Sessizlik_Fırtına” ile ilgili hazırladığı metinlerde, aslında benzer tespitler üzerinden hareket ediyor. Kentle ilgili karakteristik unsurların peşine düşerek, görsellik adına ortaya çıkan birikimin sonuçlarını renkler, sesler ve dokular üzerinden okumaya çalışıyor. Daha çok güncel sanat uygulamalarını öncelikli hale getirerek, bu oluşumun otuz yılı bulan hatırı sayılır bir tarihe sahip bulunduğunun altını özenle çiziyor. Zaten etkinliğin yan kulvarında ısrarla tartışılmasını istediği “güncel sanatın İzmir’deki üretim dinamikleri ve üretim koşulları” meselesi, yakın tarihin tescilini de sağlayacak bir ortamın oluşmasını hedefliyor. 

kentle, mekânla ve birbirleriyle ilişkili açık uçlu bir sergi

Austro-Türk Tütün Deposu’nun sunduğu hazır dünya ile yer yer uzlaşan, kimi kez de çatışan güncel sanat ürünlerinin, yoğun bir yorumlama-kurgulama deneyimi oluşturacak bir şekilde sergilendiği ve mekân öncelikli tasarım/söylem tartışmalarına alan açmaya çalıştığı gözleniyor. Sık sık bu çabanın İzmir’in renkli, karakteristik unsurlarına gündelik hayatına, genel yaşam algısına atıf yaparak; belirlenen kavramsal çerçeve bağlamında kentle, mekânla ve kısmen birbirleriyle ilişkili açık uçlu bir serginin kurucu unsuru olduğu hissi ağırlık kazanıyor. Sözgelimi; daha başta, İzmir kent tarihinin önemli figürü merhum fofoğrafçı Hamza Rüstem ile kurulan duygusal bağlantı, çok zengin bir kültürel/görsel bellek üzerinden kenti okuma eyleminin şekil ve boyutunu anlamamıza yetiyor. Bu görsel malzemenin kentle buluşması, Sönmez tarafından keşfedilerek sergiye mal edilmesi elbette başlıbaşına bir olay. Sessizlik tanımını, böyle bir bellek kaydının verileriyle buluşturan bu yorum, hiç şüphesiz kentin iç dinamiklerini doğru anlamakla ilgilidir. Öte yandan sergileme amacıyla ilk kez kullanılan Austro-Türk Tütün Deposu’nun 1950’lerden yakın zamana dek ulaşan kurumsal ve işlevsel tarihi; kararlı müdahalelerle tüm etkinliği kuşatan bir dokuya dönüştürülüyor. Örnekse tütün kokusu, işlerle bütünleşmeye eğilimli izleyici için pekiştirici bir etki yaratıyor. Ya da bazı işler; mekânla yüzleşen gerilimli buluşmaların ürünü olabiliyor.

Sergi aslında tümüyle tematik çerçeveye odaklanan, taşıyıcı düşünce etrafında şekillenen bir bütünlüğün peşinde değil. Özellikle İzmirli (genç) sanatçıları motive eden koşulların öteki sanatçıların işlerine ve üretim gerekçelerine yansıyıp yansımadığı pek anlaşılmıyor. Benzer biçimde, tabir olunan “Sessizlik_Fırtına” paradoksunun daha çok genç isimlerin temsil ettikleri durum ve konumla ilgili olduklarını kavradığımızda görsellik adına sunulan çeşitliliği dil zenginliği olarak görme ve niteleme imkânı oluşuyor. Bu bakımdan, güncele uzanan ironik tasvirler, siyasi vurgularla katılaşan kararlı havayı bir anda duygu ve coşku aralığında belirginleşen dış-dünya yorumlarıyla dengeliyor. Sergilenen işler ve isimlerin tespitinde özgürleştirici bir unsur olarak karşımıza çıkan bu dil/söylem çeşitliliği, karmaşık görünen bütünlüğün başlıca nedenidir. Dolayısıyla mekâna sirayet eden hatta yer yer ona hükmeden atmosfer etkisinin, aslında sergi ortamının tarihsel ve işlevsel anlamlarını da içeriğe dahil ederek, sık sık tematik bağlamla ilişkilendiği söylenebilir.

Sessizlik_Fırtına’da mevcut bir iç-gerilim ve enerji ifadesi barındıran paradoksal algı; doğal olarak mekândan toparlanan nesneler üzerinden daha uzlaşımlı bir çerçevede sıralanıyor. Toplumsal içerikli sert mesajlarla yüklü eleştirel ve/veya kısmen ironik söylemlerin bir yandan bu kavram çiftiyle ilişkili, belki yerel ve aidiyet temsillerine odaklı bir duruşu kabüllenmeleri de bu tespiti geçerli kılıyor. Öte yanda, son dönem işlerinde askerî imgeler kullanarak dizgeleştirdiği resimlerle dikkat çeken Ersan Deveci; yine aynı imge düzeneğinin olağan ve mevcut ritüeller çerçevesindeki 17 tuvalden oluşan sunumuyla etkisi artan militarist bir şiddete atıf yapıyor. Alman sanatçı Markus Keibel’in su akıntılarını andıran, sınırlarını zorlayarak mekana ve giderek izleyicilere bulaşan toz boyalarla gerçekleştirdiği “Suya Yazılı” adlı düzenleme oldukça çekici bir görsellik arz ediyor. Mehmet Dere’nin kaba bir estetik algıya dayalı neredeyse bir katın duvarlarını işgâl eden duvar yazısı ise, en az eleştirdiği demokrasi kadar sorunlu. Mounir Fatmi ve Fabien Verschaere’nin yine duvarla ilişkili ayrı ayrı kurguladıkları işleri ile birlikte Füsun Onur’nun “Fısıltı” adlı yerleştirmesi, çok daha steril ve organize bir plastik bütünlüğün ürünü. Nejat Satı’nın “Aden Belediyesi Park ve Bahçe Çalışması” adlı düzenlemesinde metaforlar üzerinden yürüyen bir görsel dilin etkili sonuçlarını görmek mümkün. Duygu halleriyle ilişkili güçlü bir içeriğin bu düzeneğin bir parçası olan tabela ile izah girişimi ise ne derece gerekli tartışılır. 

Sonuçta, “Sessizlik_Fırtına”, tematik bağlamı gereği kent-hayat ve sanat ilişkisinden türeyen, olanaklar ve olasılıklar üzerine kurgulanmış bir etkinlik. Necmi Sönmez bu kapsamlı sergiyle İzmir’de bir uluslararası etkinliğin kalıcı hale gelmesi yolunda ilgili kesimlere gerekli mesajları ulaştırarak; İzmirli sanatçıların Türk plastik sanatlarının son yirmi yılında etkili olduğu gerçeğinin de altını çizerek; önemli uyarılar ve temennilerde bulunuyor. 


İzmir Fransız Kültür Merkezi ve K2 Güncel Sanat Merkezi tarafından organize edilen “Portizmir2 Uluslararası Çağdaş Sanat Trienali”, 27 Ekim – 19 Aralık 2010 tarihleri arasında farklı ülkelerden 41 sanatçının katılımıyla Austro-Türk Tütün Deposu’nda düzenlendi. “Sessizlik_Fırtına” temasını işleyen etkinliğin yapımcılığını Necmi Sönmez üstlendi. Sergileme sürecinde “güncel sanat ile toplum arasında etkin bir diyalog yaratılması” amacıyla planlanan bazı yan etkinlikler ile “İzmir’de güncel sanatın üretim koşulları” konulu bir dizi tartışmalı oturum, gösteri ve performanslar gerçekleştirildi. 

Sanat Dünyamız, Sayı: 120, Ocak-Şubat 2011.

for further details and to view the works: www.portizmir.org 

ayrıca bakınız: https://saglamart.com/izmirde-genc-sanatin-uretim-dinamigi-i