zeki faik izer: imge ve ötesi / sahici bir soyutlama serüveni

MÜMTAZ SAĞLAM

Zeki Faik İzer, resmi; bir yüzey tasarımına, performatif bir deneye, ifadeci bir gerilimle birlikte duyarlı bir renkçi dışavuruma dönüştüren estetik bir hadise olarak kavramaktadır. Bu yüzden İzer’in soyutlamaları aşırılıklar içermektedir. Örnekse imge bağlantılarını barındıran küçük ipuçlarını; kuşlar, bulutlar, nü’ler ya da ağaçlar gibi izdüşümler üzerinden değerlendiren ve non-figüratif düzeye dinamizm kazandıran yaratıcı bir gerekçe olarak görmek gerekir. O yüzden, imge-nesne düzeyindeki ilişkileri düşünsel bağlama çekerek canlı tutmaya özen gösteren bu resimler, non-figüratif bir düzenlemenin belirsizliğine adanmış bir denge arayışından ibarettir.


Zeki Faik İzer, “Matisse ve Picasso’nun Romen Bluzlu Kadın Tablosundan Esinlenme”, 1976, Kağıt Üzerine Guajboya,98×64 cm. (Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Sanat Koleksiyonu-https://sanalmuze.tcmb.gov.tr/)

Zeki Faik İzer, geliştirdiği özgün soyutlama eğilimiyle cüretli kompozisyonlar üreten bir sanatçıdır.[1] Dışavurumcu nitelikleri ön planda olan biçimleme yaklaşımı ve renkli birim alanların yarattığı ritmik titreşimle olağandışı görsel sonuçlar elde etmiştir. Dış-dünyayı yadsımayan vurgularla, esaslı bir doğaçlamadan destek alan özgün bir soyutlama tavrı içinde kalmıştır. d Grubu’nun konstrüktivizm ve kübizm aralığında önerdiği biçimleme dilini, bu duyarlı soyutlama anlayışıyla aşmayı bilen İzer; geliştirdiği yaklaşımın yenilikçi yüzüyle uzun bir dönem etkili olmuştur.[2] Aşırı ve deneysel bir çaba içinde görünen İzer, soyut biçimler arasında kurulan dinamik ilişkilere öncelik vererek, ışık etkilerini öne çıkaran renkli ve titreşimli unsurların peşine düşmüş; gerçeklik algısını zihinsel düzleme sürükleyerek, okunur görüntülerin iptaliyle ilgilenmiştir. Bu şekilde, soyutlamacı bir yönelim içinde kalarak, imge ve ötesi arasında beliren ilişkisizliğe, form olarak soyut sonuca, non-figüratif bir düzey ve yoruma atıflı yeni bir resim-tasarım fikri üzerinde durmuştur.

d grubu ile yaygınlaşan ilkelerden sapma arayışı

Zeki Faik İzer’in erken dönem çalışmalarında (ve d Grubu sürecinde) belirgin olan ölçülü deformasyon tercihi, ayrıksı duran ve değişme olasılığını canlı tutan bir niteliğe sahiptir. Bu nedenle kuralcı ve biçimci bir yönelim yerine, taşizmi andıran değişime sürüklenmesi ve lirizm ile anlamını bulan bir bağımsızlaşma girişimiyle kendine yeni bir üretim düzlemi yakalaması son derece önemlidir. 1940’lı yılların ikinci yarısıyla birlikte bu arayış, lirik-soyut bir mizanseni tesis eden bir dışavurum ve doğaçlama eylemi olarak karşımıza çıkmıştır. Doğrudan aktarıma bağlı kalan bu indirgeme iradesi, aşırı ve yoğun görünen çizgi ve leke oluşumlarıyla dengelenmiştir. İzer’in suluboya ve eskizlerinde daha rahat gözlenen bu değişim, akıcı ritimle ve bir resim zevkiyle yoğrulmuş gibidir.

Dolayısıyla Zeki Faik İzer; d Grubu’nun baskın görsel ideolojisinin uzağında, yeni bir biçimleme olasılığının mümkün ve geçerli olabileceğinin farkına varan ilk sanatçılardan biridir. Baştan beri resimlerinde duyumsanan ölçülü deformasyon yönelimiyle dış-dünya ve nesne alemiyle yeniden ilişki zemini arayan; soyutlama ekseni üzerinde gelişen bir yüzey resmi sorununa odaklanmış görünmektedir. Böylelikle, tavrını daha güncel bir duyarlığın izinde belirlerken; eşzamanlı ve anlık soyutlamalarla yüzeyde oluşan görsel niteliğin, kültürel dinamiklere bağlı çarpıcı bir lirizm boyutu ve coşkulu ritim üzerinde yapılanmasını sağlamıştır. Ve İzer’in resimlerinde gözlenen yeterlilik hali, kendiliğinden ve eşzamanlı oluşumların katmanlı bir şekilde bezendiği, yeni arayışlara öykünen dinamik bir resmi karşımıza çıkarmıştır.

Burada ressamca bir tavırla, hızlı ve deneysel bir biçimlemeyle ulaşılan yüzey resmi olgusu; aslında İzer’in kavrayış farklılığını ortaya koymaktadır. İzer resmi; bir yüzey tasarımına, performatif bir deneye, ifadeci bir gerilimle birlikte duyarlı bir renkçi dışavuruma dönüştüren estetik bir hadise olarak kavramaktadır. Bu yüzden İzer’in soyutlamaları aşırılıklar içermektedir. Örnekse imge bağlantılarını barındıran küçük ipuçlarını; kuşlar, bulutlar, nü’ler ya da ağaçlar gibi izdüşümler üzerinden değerlendiren ve non-figüratif düzeye dinamizm kazandıran yaratıcı bir gerekçe olarak görmek gerekir. O yüzden, imge-nesne düzeyindeki ilişkileri düşünsel bağlama çekerek canlı tutmaya özen gösteren bu resimler, non-figüratif bir düzenlemenin belirsizliğine adanmış bir denge arayışından ibarettir. Dolayısıyla biçimsel unsurların yüzeyle olan gerilimli ilişkisi, bir resim duyumu ve etkisi yaratmaktadır. Resmi kuran unsurların kümelenme biçimleri, cisimselleşme halleri ya da birbirine müdahale olasılıkları yeni bir bilincin eşiğinde olduğumuz göstermektedir.

doğaçlamayla ulaşılan güçlü bir soyutlama düzeni

1950’li yıllarda kesintiye uğrayan Zeki Faik İzer’in çalışmaları, özellikle 1960’lı yıllardan itibaren doğaçlamaya dayalı, güçlü ve özel bir soyutlama düzeni halini alır. Giderek tipolojik bir biçimleme hadisesi olarak kendini kuran bu girişiminin kaynağını ve geometrik düzenini iptal eden bir özgürleşme çabası içinde kendi olgun haline evrildiği görülür. Öte yandan İzer’in 1970’li yıllarda iyice netleşen ve bir anlatım sürekliliği içinde biçimlenen, parçalı ve renkli plastik unsurların bütünlüğüne dayalı resimlerini, güncel ve deneysel bir yorum tercihi olarak yeniden tanımlamamız gerekir. Çünkü; optik bir değişimi öngören bu soyutlama ve doğaçlama ilgisinin, yeni bir yüzey resmi konsepti oluşturacak şekilde, olanaklı bir dil/gösterim alanına dönüşmesi oldukça önemlidir. Ve burada beliren soyut nitelik, bir indirgeme işlem ve eyleminin nihai aşaması olarak, kendi biçimsel ve estetik yeterliliğiyle ortada durmakta, kavramsal düzeye çekilen imge bağlantıları ise, plastik gerçekliği zedelemeyen bir referans olarak kendini yedekte tutmaktadır.

Aslında; Türkiye’de 1950 sonrası gelişen plastik sanatların önemli ürünlerinde görünür hale gelen bu temsil biçimini ve soyut niteliğin/düşünsel kavranışını irdeleyen değerlendirmeler fazla değildir.[3] Özellikle Zeki Faik İzer gibi Paris Okulu[4] odaklı etkileşime odaklanan okumaların dışında kalan sanatçılara ait soyutlamacı pratiklerin, büyük oranda bir kalıp, şema ya da örüntü oluşturma yöntemi olarak benimsenerek başarılı bir biçimde uygulanmış olması şaşırtıcı ve dikkat çekici bir olgudur. Aynı şekilde, 20. yüzyılın ortalarına denk gelen süreçte Soyut-Dışavurumcu hareketle gündeme gelen radikal kopuş ya da dönüşümle, dönemin tarihsel koşulları ve felsefi gerekçeleriyle Türkiye’de ve kısmen Paris’te üretilen soyutlama pratiklerin ilişkisi de tartışmalıdır. Yani bu noktada, (yine) bir uyarlama ya da aktarma çabasının devrede olabileceği akılda tutulmalıdır. Özellikle, Soyut-Dışavurumcu hareketin ifadeci bir tarz-yorum olarak kavranan tepkisel dilinin ve temsil anlayışının, bir ayakta kalma seçeneği olarak Türkiye’de kabul gördüğünden, sanat ortamımız tarafından hızla içselleştirildiğinden bahsetmek gereklidir belki de.

Tam da bu bağlamda, Zeki Faik İzer’de gözlenen yorum kalitesi ve ısrarında bu yönde bir dilsel bütünleşme arayışının etkisinin olduğu düşünülebilir. Çünkü İzer’de soyutlamacı pratik, bir yüzey organizasyonunu denemek ve gerçekleştirmek fikri üzere kurulur. Konu/içerik bakımından bu pratiği güdüleyen basit bir ilişkiyle yetinmesi, meseleyi bir biçimsel hadise olarak kavramak istemesiyle ilgilidir. Yani; Soyut-Dışavurumcu yönelimin esas belirleyeni olarak görülen tinsel ve düşünsel gerekçeleri burada duyumsamak olanaklı değildir. Zaten İzer de; esas gücünü, kendine ait bir gerçeklik algısı (dış-dünya) üzerinden almakta, ilişkisel bir mantıkla yöneldiği senteze dayalı bir doğaçlama performansına odaklanmaktadır. Dolayısıyla elde ettiği post-pentürel etkilerle yoluna devam ederek; soyut, kavramsal bir nitelik ve düzeye ulaşmaktadır.


Copyright © Mümtaz Sağlam 2022, All rights reserved.

NOTLAR

[1] Zeki Faik İzer (1905 İstanbul -1988 İstanbul)1923 yılında Güzel Sanatlar Akademisi’ne girmiştir. 1928’de yapılan sınavı kazanarak gittiği Paris’te Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’nda öğrenim görmüştür. Türk sanatında etkin olan d Grubu’nun kurucuları arasında yer alır. Resim çalışmalarının yanı sıra fotoğrafla da ilgilenen İzer, Akademi müdürlüğü sırasında Türk Sanat Tarihi Enstitüsü’nün kuruluşunu gerçekleştirmiştir. Ayrıca bknz. https://saglamart.com/zeki-faik-izer

[2] d Grubu; öncelikle sınırlı bir katılımla kurulmuş görünen ve fakat kapsamı ve etkisi büyük olan bir grup hareketin adıdır. Zeki Faik İzer, Nurullah Berk, Cemal Tollu, Elif Naci, Abidin Dino ve Zühtü Müridoğlu’nun 1933 yılında oluşturduğu bu topluluğun öncelikli hedefi, “sanat ortamını canlandırmak, gerçek anlamda yaşayan bir sanat anlayışını ülkeye yaymak” şeklinde ifade edilmiştir. Bu doğrultuda, gerektiğinde aşırı görünmekten bile ürkmeyen yaklaşımları uyarlamak ise pratikte benimsenen bir ilke olmuştur. d Grubu gerçekten bir üslûp tarzı yaratma konusunda başarılı görünür ve kübist esintilerle örülü “aşırı biçimci” plan ayrımlarına dayalı gelişen bir desen/resim anlayışını örnekler. İlk çalışmalarda görülen André Lhote ve ve Fernand Léger’i anımsatan bir kuruluş düşüncesi ve kompozisyon anlayışı ya da Pablo Picasso ya da Henri Matisse’e duyulan yakınlık, tartışma yaratacak bir etki ve uyarlama tercihi olarak dikkat çekicidir. d Grubu’nun sunduğu modern estetiğin, kentlere kasabalara kadar yansıyan, aslında dönemin ruhuyla örtüşen bir yapıda modalaştığı da ayrı bir sosyolojik gerçektir. Heykel ve mimaride de gözlenen bu üslûpçu ve ağır-biçimci tavrın; ulusal sanat ve söylem arasında en azından bir dönem boyunca uygun bir karşılık olarak belirdiği ancak zamanla etkisini kaybettiği gözlerden kaçmaz.

[3] Türkiye’de 1950 sonrası gelişen plastik sanatlar ottamında görünür hale gelen soyutlamacı eğilimleri ve soyut niteliğin/düşünsel kavranışını irdeleyen bir değerlendirme için bakınız: Mümtaz Sağlam, Çağdaş Türk Resim Sanatında Soyut Eğilimler / Abstract Tendencies in Turkish Painting / Dans la Peinture Turque Tendances Abstraites, (Çevirenler: Fred Stark, Bahadır Gülmez), Türkçe, İngilizce ve Fransızca, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Yayını, İstanbul, Kasım 2009. Ayrıca bknz. https://saglamart.com/soyut-ve-soyutlama-egilimleri-baglaminda-turkiyede-resim-sanati

[4] Paris Okulu; 1950’li yıllarda Paris’te çeşitli ülkelerden gelen sanatçıların soyut ve dışavurumcu bir duyarıkla biçimledikleri ortak anlayışın adıdır. Türk sanatçılarının aynı dönemde“non-figüratif” eksende gerçekleştirdikleri yeni ve başarılı deneyim sürecini Paris Okulu (Ecole de Paris) ile ilişkilendirmek ve bir görme/algılama önerisi halinde beliren Paris Okulu’nu; Çağdaş Türk Resim Sanatı’nı dünya sanat gündemiyle yakınlaştıran bir sürekli etki olarak değerlendirmek doğru olur.