deü gsf: alternatif arayışlarla biçimlenen bir eğitim modeli

MÜMTAZ SAĞLAM

DEÜ GSF örneğinin, etki gücünün sürekliliğini sağlayan en ciddi sebeplerden biri, kendini köklü bir tarihe ve dolayısıyla vesayet yaratan sınırlara ve algılamaya bağlı hissetmeyişidir. Bunun bir diğer sebebi ise, bu eğitim yaklaşımın sentezlenmiş bir algılar ve rafine hale gelmiş öneriler bütünü olduğu gerçeğidir. Dolayısıyla elde edilen bu karma yapı, bir yandan Batılı etkilerle, diğer yandan sosyal, siyasal ortamın yarattığı dayatmalara direnç gösterme psikolojisiyle biçimlenmiştir. Belki bir kez daha sağlanamayacak hususların ve koşulların etkisi altında gerçekleşen özgürlükçü ve akılcı, yerine göre hamleci ve deneyselci; üstelik pedagojik çehresini kaybetmeyen bir ruhla bu dönüşüm sağlanmıştır.



Ege Üniversitesi bünyesinde 2 Eylül 1975 yılında kurulan Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi aynı zamanda ülkemizde “Güzel Sanatlar” alanında üniversite bünyesinde kurulmuş ilk fakülte olma ayrıcalığını taşır. 20 Temmuz 1982 tarihinde Dokuz Eylül Üniversitesi’ne bağlanan Güzel Sanatlar Fakültesi; ilk yıllarında sahne sanatları ve sinema eğitimi ile öne çıkar. Gelişmesini yeni bölümler ve akademik kadro düzeyinde tamamlayarak, Türk kültür ve sanat ortamına yön veren öncelikli kurumlardan biri olarak etkinliklerini yoğun bir biçimde sürdürür.

1970’li yıllarda sanat alanında yaşanan gelişmeleri, özellikle siyasî düşünceler doğrultusunda biçimlenen anlayışlar olarak görmek ve değerlendirmek gerekir. Sözgelimi bu dönemde epik tiyatro, sokak tiyatrosu ve performans öncelikli pratikler; tiyatro tarihinin sağladığı referanslarla değerlendirilmekte, yeni yerlerine oturtulmaktadır. Sosyal ve siyasal koşulların da zemin hazırladığı bu uygulamalara önemli bir akademik destek İzmir’de oluşturulmaya çalışan Güzel Sanatlar Fakültesi’nden gelir. Kuram ile uygulamanın, geleneksel olan ile yeni, öncü ve kavramsal olanın uyumlu bir birliktelik yaratabileceğine dönük eğitim modelini yaratma çabası, bugün neredeyse 40 yılı bulan bir akademik geçmişe sahiptir. 

Benzer şekilde siyasal referanslarla biçimlenen, mesaja kaygılı çabalarla çeşitlenen ve/fakat sosyal içerik ile dil ve söylem ilişkileri bağlamında bütünlük yaratma sıkıntıları yaşayan Türk Sineması da 12 Eylül 1980 Darbesi ile örselenen kimliğini; özne sorununa düğümlenen çıkış dinamikleri üzerinden aşmaya çalışır. Bu süreçteki en önemli katkılarından birini yine döneme egemen olan film dili ilişkilerini göstergebilimsel yöntemlerle çözümlemeye çalışan eğitim alternatifi oluşturur. İzmir kaynaklı bu model yaratıcı ve sanatçı yönetmen konseptini hedefte tutan bir anlayışla biçimlenir.

Keza, plastik sanatlar ve tasarım disiplini alanların da, klasik eğitim modellerine tepki duyan ve alternatif arayışlara ilgi gösteren arayışlar tam da Kavramsal Sanat tartışmalarının ve açılımlarının yoğunlaştığı 1980’li yıllarda biçimlenir. Dönemin naif coşkusallığı bugünkü radikal tavırların güçlü temellerini oluşturur. Atölye sistemin yerine, çok tercihli ve kişisel talepleri önde tutan sanat ve tasarım eğitiminin Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi özelinde yine 30 yılı aşan bir birikim üzerinde yapılanması, İzmir’de tescil olmuş bir eğitim modeli alternatifinin ortada olduğunu gösterir.

Belirli yaklaşım farklılıkları içeren İzmir örneğinin, etki gücünün sürekliliğini sağlayan en ciddi sebeplerden biri, kendini köklü bir tarihe ve dolayısıyla vesayet yaratan sınırlara ve algılamaya bağlı hissetmeyişidir. Bunun bir diğer sebebi ise, bu eğitim yaklaşımın sentezlenmiş bir algılar ve rafine hale gelmiş öneriler bütünü olduğu gerçeğidir. Dolayısıyla elde edilen bu karma yapı, bir yandan Batılı etkilerle, diğer yandan sosyal, siyasal ortamın yarattığı dayatmalara direnç gösterme psikolojisiyle biçimlenmiştir. Belki bir kez daha sağlanamayacak hususların ve koşulların etkisi altında gerçekleşen özgürlükçü ve akılcı, yerine göre hamleci ve deneyselci; üstelik pedagojik çehresini kaybetmeyen bir ruhla bu dönüşüm sağlanmıştır.

Söz konusu sentez iradesine sahip ortamın, kişi ve anlayışların aradan geçen zaman zarfında, modelin sahiciliğini yitirmeden, yeni dinamiklerle onu buluşturan bir kadroyla güncellenmesi ise ayrı bir tartışma konusudur. Çünkü eğitim sürecini kontrol eden ve gerçekleştiren bu kadronun, devraldığı misyona yeni katkılar sağlayarak dil ve söylemler arası, kuşaklar ve disiplinler arası bir müdahale gerçekleştirildiği gözden kaçırılmamalıdır.


Mayıs 2012, İzmir

gsf.deu.edu.tr