hafıza mekânları – smyrna / izmir: kent, hatıra ve hafıza üzerine

GÜLAY YAŞAYANLAR

Hafıza Mekânları, Karma Sergi, Küratör: Filiz Adıgüzel Toprak, Mayıs-Haziran 2018, NG Sanat Galerisi, İzmir.

Hafıza Mekânları – smyrna / Minyatür mecrasını ortaklaşa kullanan bu yaklaşımda, bu coğrafyaya özgü psikolojik gönderimlerin yepyeni bir tahayyülü biçimlediği, masum fantezilerin akışına yön verdiği açıkça görülür. Kenti bir sosyal ve kültürel organizma olarak minyatür tarzı bir imgelemle buluşturma girişimi, imkânsız görünen bir dolayım üzerinden birtakım anıların hatırlanmasına olanak tanır. Burada heyecan verici olan; kültürel bilinç ve toplumsal vicdanın estetik bir performans ile yeniden biçime dönüşmesi, kurgulanan hikâyelerle yeniden sıra dışı bir hale getirilmesidir.


“Hâfıza Mekânları – Smyrna/İzmir”, 2018, Sergi Afişi: Şerifcan Onursal, https://m.facebook.com/pages/category/Performance—Event-Venue

İktidar; doğası gereği, kentin hafızasına fazlasıyla bulaşır ve onu bulanıklaştırır. Post-politik mimarî müdahalelere rıza gösteren ya da izin veren bu durum, kentin bilinçdışını sıyıran ve onu çoğu kez kimliğinden yoksun bırakan kültürel bir çıplaklık hali olarak nitelenebilir. Bugüne dair imgelerle minyatüre özgü dili ve tekniği buluşturmayı deneyen, üstelik dil ve söylem biçimindeki aykırılığa rağmen kentin felsefesi ve mekânsal boyutu ile ilgilenen Hafıza Mekanları – Smyrna / İzmir adlı sergi; toplumsal ya da tarihsel mirasa, maddi kültüre ilişkin kayıplara ve çıplak kalmaya vurgu yapmaktadır. Özenle seçilmiş duygusal katmanları, bir kolaj-minyatür tarzıyla mekânsal bağlama eklemleyerek topyekûn bir biçimde yeniden harmanlamaktadır. Henri Lefebvre’nin deyimiyle, “şehir yapıttır”. (Bkz. Şehir Hakkı, Sel Yayınları s.64.) Bu durumda İzmir, yapıt niteliğini tartışan ve yakın tarihi üzerinden uyuşmaz görünen hikâyelerle, hatta aşırı görünen yorumlarla, mekân ve zaman paradoksu içinde kıvranmakta, travmatik bir sessizliğe bürünmektedir.

İzmir’in hafıza mekânlarına odaklanan bu sergide; kenti geçirdiği büyük yangın ile betimleyen resimde, gri sarmal dumanlardaki minör vurguyu okurken kente ilişkilendirilmiş mimarî dokuyu izlemek ve anlamak gerekiyor. Smyrna ve/veya İzmir’de yaşanan dönüşümün izleri sunuluyor burada… Sanki, kente dair varoluş pratiklerini sorgulayan, zaman ve mekânın hafızasını barındıran bir deneyim güzergâhı, ya da “yer” gibi. Geçmişte yaşadığı travmaları içselleştirmiş ve kendi üstüne katlanarak kendini yeniden kurgulayan bu yer / İzmir, elbette kendi hafızasını oluşturan kaynaklarla böylece yüzleşmektedir. Dolayısıyla bu çalışmaları (minyatüre odaklı temsil şekillerini); kente ilişkin tarihsel niteliklerin simgesel temsili üzerinden bir mekânsallaştırma pratiği olarak nitelemek ve yaşam alanlarını masumiyet ya da nostalji kavramları eşliğinde ifade etme arayışı olarak görmek mümkündür.

Biliyoruz ki, kente dair ritüeller, hergün yeniden deforme edilmekte ve giderek daha güvensiz bir hal almaktadır. Bu ortamda -tarihsel ve kültürel koşulları barındıran- kentin hafızasına ilişkin bir temsil stratejisi oluşturmak ve bunu şimdinin sorunsalı haline getirmek zor olduğu kadar başlı başına demokratik bir arayış da demektir. Benzer şekilde, değer yitimine uğrayan ortak hafızanın estetik anlamda kayda değer bir analizidir yapılan. Hakikî verilerin minyatür vasıtasıyla, bu derece farklı bir aktarımdan geçtiğini ve bu nedenle serginin riskli bir yaklaşımı da içerdiğini baştan belirtmek gerekir. Bu yaklaşımla oluşturulan bir dizi yeni ve farklı minyatürün; İzmir’e ilişkin imgelerin tahribata uğramış hali ve değişen anlam yapısıyla bir dizi göstergeye, işaret ve düzenlemeye dönüşmesini, dekonstrüktivist bir inşa çabası olarak nitelemek yerinde olur. Nitekim, her minyatürde kente ilişkin betimlenen mekânı kat etmek, mevcut çelişkileri ya da gerçekliği sorgulamak, zamanın maruz bıraktığı dayanıksız izlerin peşine düşmek mümkün. Keza; görme alışkanlıklarımızın dökümünü yaparak doğrusal anlatılara ulaşmak, tespit edilen görsel notlarla adeta girilemeyen ara bölgelerin topografyasını oluşturmak, ortak hafızayı işler hale getiren tuhaf bir etkileşimin sonuçlarını da hissetmek mümkün. Böylece hafızanın işlevi üzerinden yaşadığımız kent hakkında zaman içinde dönüşen gerçeklikleri, yabancılaşan imgeleri, sıradan işlevsiz kolajlara ve kartpostala dönüşen durumları fark edebiliyoruz. Ve kentin hafızasını bir arada tutan psişik yükün önemini kavrayabiliyoruz.

Kent ve kentin hafızasına yönelen bu resimsel yaklaşımla; gelişen toplumsal ve siyasal süreçte çok da masum olmadığımız, yaşanan algı kıyımlarının ortak hatıraların tahrip edilmesinde etkili olduğu düşünülebilir. Burada biraz da bu gerekçeyle, ideolojik bir biçimlendirme ve yenilenen tarih yazımlarıyla alâkalı bir görsel düzen arayışından söz edilebilir. Minyatürün sunduğu olanaklar ile verili olan kentsel alan ve dokunun herşeye rağmen hafıza aktarımını kısıtladığı, estetik ortamdaki riskleri arttırdığına dair bir endişe oluşabilir. Ancak, minyatürün gelenekçi yanından uzaklaşmaya çalışan bu betimleme yaklaşımında, doğru bir algı mesafesini ayarlamak ve kurgusal katkılara abanarak şehrin ortak hafızasını temsil eden imgelemi üretmek ve esasta bunu tanzim ve tezyin etmek önemlidir. Böylece bir takım kavramsal arşivlere ya da güvenilir tanıklıklara başvurmakla işler daha sahici ve daha kabul edilebilir tasarımlara dönüşür. Bu farklı ve tuhaf üretim alanı, hatırlama deneyimi ya da çabaları bir yana; kente dair gerçekliklere ilişkin geçerli zaman algısını da ters yüz edebilmektedir. Zamanı manipüle eden ve sanki yararsızca girişilen bu kayıt tutma deneyiminin, kendi gizemli sahasından sıyrılarak kültürel alana dahil olmaya çalıştığı ortadadır.

Sonuçta; Hafıza Mekânları – Smyrna’da, minyatür mecrasını ortaklaşa kullanan bu yaklaşımda, bu coğrafyaya özgü psikolojik gönderimlerin yepyeni bir tahayyülü biçimlediği, masum fantezilerin akışına yön verdiği açıkça görülür. Kenti bir sosyal ve kültürel organizma olarak minyatür tarzı bir imgelemle buluşturma girişimi, imkânsız görünen bir dolayım üzerinden birtakım anıların hatırlanmasına olanak tanır. Burada heyecan verici olan; kültürel bilinç ve toplumsal vicdanın estetik bir performans ile yeniden biçime dönüşmesi, kurgulanan hikâyelerle yeniden sıra dışı bir hale getirilmesidir. Doğal olarak, Smyrna’ya ilişkin kavrayışımızda duyumsanan boşluğun gelecekte nasıl giderileceği ya da bu içeriğin ne şekilde sunulacağı hakkında gelişen bu öneriler, kurgusal tarihin verileri doğrultusunda yeni anlatıları devreye sokacaktır. Kente dair kopuk ya da kesik hatıraların yer yer bağlantısız görünen yenilenmelerle tuhaf bir hale gelerek, sözgelimi bu resim-tasarımlar sayesinde, hafıza kayıtlarımızı güncelleyeceği ortadadır. Bu durum, yeni-modernist zamanın taleplerine de uygun bir tezyin etme düşüncesi ve yeniden üretme girişimidir.

Hiç kuşkusuz ki, yeni-modernist zaman, minyatürü dönüştürmekte ve farklı hikâye kolajlarına ve içeriklere maruz bırakmaktadır. Kente ilişkin gerçeklikler ya da hakikatler, hafızaya dair çelişkili bütünlükler, doğal olarak eskiye gönderimli çağrışımlara sahip bu dil ile çatışmaktadır. Tam da bu noktada, entelektüel ve yaratıcı bir hamle ile kültürel alanın inşasına dönüşen bu tasarımların kent hafızasına olan katkılarını görmek ve farklı bir üretim anlayışını tanımladığını yadsımamak gerekir. Bu da gelenekle uzlaşan ve kısmen onu dönüştüren veya güncele ekleyen yeni bir üretim biçimine alan açmaktadır. Yaşadığımız kentle aramızda kurulu bulunan psişik bağlantılar, aslında güncel ve o ölçüde sıradan olanın farkını görmemizi sağlarken, geçmişten akıp gelen referansların önemini ortaya çıkarmaktadır. Bu nedenle; manipüle edilen zamanın ve hafızanın izin verdiği bir imgelem üzerinden kendine yeni gerçeklikler öneren bu sunumun, estetik ve entelektüel değeri olan sonuçları yakalama çabası, yakın tarihi bir fetiş haline getirme ayrıcalığı da taşımaktadır.

İzmir’e dair çok kültürlü, çok renkli ve çeşitli hikâyelerin, kent gerçekliğinin üzerini iyi kapladığını hissetmek yeterlidir.


ayrıca bakınız: https://saglamart.com/minyatur-gorselligi-ve-osmanli-bakisi