timur çelik: kabil havaalanı I-II / ustaca biçimlenen bir empati retoriği
GÜLAY YAŞAYANLAR
Timur Çelik’in Kabil Havaalanı resimlerine yeniden baktığımızda, bilinç dışına üşüşen alegorik ama gerçeğe odaklı tüm duyusal varlığımızı etkileyen bir eylem ya da izdiham görüntüsüyle karşılaşırız. Resimler; uçağa tırmanan, tutunan, sürüklenen ve savrulan insanların bitmeyen sessiz uğultusuyla kuşatılmıştır sanki. Sıradan olana özgü tüm hayatlar, önemini yitirmiştir burada. Her yere acizlik sinmiştir. Uçak imgesiyle ilişkili olarak gösterilen acı, baştan sona bir idrak sorunsalına dönüşerek ötekinin yaşam hakkına dair puslu bir varoluşu yansıtmaktadır. Her aralığı uğultuyla dolu olan bu resimler, gittikçe soluklaşarak kasvetli bir hâl almaktadır.
Kabil Havaalanı’nda yaşanan izdihamı yansıtan fotoğraflar, istiflenerek uçağa tutunan insan görüntülerindeki ölümcül gerginlikle, evrensel acının yeni bir örneği olarak zihnimize kazınmıştır. Fotoğrafik görüntünün kesintisiz akışında, ufukta kaybolan uçaktan insanların birer atık olarak havaya savrulduğu anları unutabilmek kolay değildir. Ölüm tehditinin ağırlığı karşısında, kaçışa zorlanan öteki’nin makûs talihine dair değişmeyen bir çıplak hayat mevzusudur tüm yaşananlar…
İbret verici kaçış hikâyelerine sahne olan Kabil Havaalanı; politik bağlamda pornografikleşen görüntüler üzerinden, hırpalanan yaşamlarla aramızda oluşan duygusal bağların da sanki söküp atıldığı yerdir. Dahası, normal dışı bir dünyaya aitmiş gibi durmakta, imge ve gösterenleriyle birlikte yeni bir kırılma noktası’nın mekânı haline gelmektedir. Başka bir deyişle, bu sahnelerin neden olduğu zalim kavrayışla bir hesaplaşma oluşuncaya dek her şey kör bir alanda mahsur kalmaktadır.
Tam da bu noktada Berlin’de yaşayan sanatçı Timur Çelik’in, bu tür skandalların gerçekleştiği tüm yer ve zamanlara atıflı Eyewitness temalı son resimleri, şimdinin (gerçek zamanın) bir ürünü ya da nesnesi olarak ayrı bir önem kazanmaktadır. Bu resimler; aşırı bir ruhsallığa sırtını dayarken, hatırlanmaya bile değmez kimi yaşamlar üzerinden kurulan bir enstantaneler dizisine dönüşmektedir. Tıpkı Kabil Havalanı adlı iki resimde olduğu gibi…
görsel dilin katı gerçekçiliğiyle yüzleşmek
Baskıcı uygulamaların neden olduğu sıkıntıları uzun bir süredir fotoğraf kareleri aracılığıyla resme taşıyan Timur Çelik, aşırılaşmış toplumsal-siyasal olaylara, mekân ve figürlere ilişkin vurgularını; iktidar ağlarıyla çelişen kimlik ve aidiyet tartışmaları bağlamında yeniden yorumlamaktadır. Sanatçı; yaşanmakta olan post-politik dağılma sürecinde, sıradan insanın maruz kaldığı şiddete odaklanan bu resimlerle; gündelik hayatın psikopatolojisi üzerine yeniden düşünmemizi ve yüzleşmemizi önermektedir.
Duyarlı ve devingen fırça izleriyle bir sorgulama pratiği olarak, yaratıcı öznenin tüm duyarlığını harekete geçiren ve bir empati retoriğini ustaca biçimleyen Çelik; deyim yerindeyse bizi görsel dilin katı gerçekçiliğiyle yüz yüze getirmektedir. Sahici bir toplumsal bellek inşasına dönüşen bu resimleme yaklaşımı, tıpkı bir kayıt mekanizması gibi işleyerek, muğlak sınırlara ve olay örgüsüne odaklı bir gündelik itiraza eşlik etmektedir.
İstisnai bir durum arz eden utanç sahnelerinin resmedilmesi, hiç kuşkusuz tahribat içeren bir söylemdir. Sanatçının kriz yaratan güncel siyasi gelişmelere olan ideolojik bakışıyla belirginleşen pentürel akışkanlık, güvencesiz yaşam alanlarının heterojen hikâyelerine odaklı sessiz çığlıklar ve jestlerden oluşmaktadır. Burada resim, derinliğine bir kavrayışın etkisiyle oluşan travmatik bir anlatıma evrilmektedir. Ve acı veren hikâyelerle yüklü, sindirilmiş, talihsiz yaşamlara ait kimlik ve umut arayışlarının canlı sembolü haline gelmektedir. Tümüyle gerçek yaşam fragmanlarına atıflı bu resimsel durum, yaşamla ve iktidarla olan varoluşsal bir mücadele biçimidir aslında. Çelik’in performansını sürekli zinde tutan şey ise, şiddetli bir merhamet duygusu uyandıran sahici bir özdeşleşmenin yarattığı enerjidir.
kabil havaalanı / yeni-modern dünyanın bir distopyası
Timur Çelik’in Kabil Havaalanı resimlerine yeniden baktığımızda, bilinç dışına üşüşen alegorik ama gerçeğe odaklı tüm duyusal varlığımızı etkileyen bir eylem ya da izdiham görüntüsüyle karşılaşırız. Resimler; uçağa tırmanan, tutunan, sürüklenen ve savrulan insanların bitmeyen sessiz uğultusuyla kuşatılmıştır sanki. Sıradan olana özgü tüm hayatlar, önemini yitirmiştir burada. Her yere acizlik sinmiştir. Uçak imgesiyle ilişkili olarak gösterilen acı, baştan sona bir idrak sorunsalına dönüşerek ötekinin yaşam hakkına dair puslu bir varoluşu yansıtmaktadır. Her aralığı uğultuyla dolu olan bu resimler, gittikçe soluklaşarak kasvetli bir hâl almaktadır.
Timur Çelik’in; bir öte yer duyumuyla, psişik bir savaş alanını tasvir ettiği bu trajik görüntüleri, keyfi bir travma severlikle açıklamak doğru değildir. Ancak ve sadece, sanatçının siyasal gündemle eşzamanlı gelişen aktarım pratiğinde, bu tür makro travmaların yarattığı tahribata odaklanan bir yok etme kültürünün etkilerinden bahsedebiliriz.
Açıkça görünüyor ki; adalet ve hak eşitliği paradigmalarının çöktüğü küresel dünyada, baskıcı uygulamalarla gündelik hayata ilişkin olgular arasında yaşanan mutlak açmazların çözümlenmesi neredeyse imkânsız gibidir. Dolayısıyla politik öngörülerle bile sunulamayan insanca yaşamaya dair vaadlerin; eşit hak, adalet ve özgürlük söylemlerinin anlamını yitirmesi, yeni-modern dünyanın bir distopyası olmaktadır.
Ayrıca, Kabil Havalimanı; sınır çizgisinin öte tarafına ulaşmaya çalışan, izdiham halindeki insanların kaderlerinin kararlaştırıldığı, ölüme eşdeğer anların toplumsal belleğe kazındığı bir şimdiki zaman sahnesidir artık.
Gülay Yaşayanlar, Copyright © 2021, Tüm hakları saklıdır. / All Rights Reserved.
ayrıca bknz. https://saglamart.com/timur-celik-kabil-havaalani