léopold lévy ve “müstakil” kalma meselesi üzerine
MÜMTAZ SAGLAM
“Bu endişe ve ihtiyaç, harikulâde bir sükûnet ve müvazenenin altına saklanarak, Leopold Lévy’nin evvelki gün açılan sergisinde yalnız elliden fazla eseri değil, bu asırdaki Fransız resminin bütün iddialarını ve tekâmül merhalelerini de bir arada teşhir ettirmiştir. Luvr’dan aldığı klâsik dersten tutun, asrının da hiçbir tesirine lâkayd ve bigâne kalmıyan san’atkâr, içinde her eski kıymetin ve her inkilâbın ayrı ayrı ürpermelerini duyarak, bütün eserlerinde, yaşamaya lâyık bir sentez aramış görünüyor. Bu, mazisine lâkayd kalmıyarak, zamanının bütün temayüllerini de içine aldıktan sonra hepsini aşmak ve şahsiyetinin farikası içinde kendini yakalamak iradesidir…” Peyami Safa, “Leopold Lévy’nin Sergisi”, Ar, Nisan 1938, Sene: 2, Sayı: 4, Sf. 5.
Léopold Lévy, Avrupa’da yaşanan ırkçı saldırıların yoğunlaştığı bir dönemde 1936 yılında Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümünü yönetmek üzere İstanbul’a davet edilir. 13 yıl boyunca bölüm başkanlığı görevini yürüten sanatçının, bu süreçte program geliştirme çalışmalarının yanı sıra gravür atölyesinin hizmete açılmasını sağladığı ve İstanbul Resim Heykel Müzesi ile de ilgilenerek Avrupa sanatının ünlü isimlerine ait eserlerin müzeye kazandırılmasına öncülük ettiği bilinmektedir.[1]
Léopold Lévy, Türk Resim Sanatının gelişme sürecinde Akademi öğrencileri üzerinde bıraktığı izlerle hatırlanan bir isimdir. Avni Arbaş, Turgut Atalay, Agop Arad, Atalay, Ferruh Başağa, Neşet Günal, Nejad Devrim, Nuri İyem, Mümtaz Yener ve Selim Turan gibi önemli isimlerin yetişmesinde ciddi katkıları söz konusudur. 1940’lı yılların toplumsal, siyasal ve kültürel gelişmeleriyle kısmen de olsa uyuşan bir resim algısını, toplumcu gerçekçi duyarlık çerçevesinde etkili bir figür söylemiyle buluşturmayı önererek, figüratif anlatım geleneğinde yaşanacak olan gelişme olasılıklarına zemin hazırladığı söylenebilir.
d Grubu üyesi olan ve Lévy’nin Bölüm Başkanlığı döneminde birlikte çalışan Nurullah Berk, 1942 yılında kaleme aldığı metinde, Lévy’nin bir öğretmen olarak Türk Resmine sağladığı katkılar üzerinde durur. Lévy’nin akademide egemen olan dağınık yapı ve netleşmeyen resim ve eğitim anlayışını radikal hamlelerle toparladığını, netleştirdiğini iddia eden Berk; klasik, insancıl, pedagojik, anlam derinliği içeren, yüzeysel olmayan, taklide dayanmayan bir eğitim ve algı modelini zamanla kuruma yansıttığını söyler. Daha çok gençler üzerinde etkili olan bu yaklaşımın kısa sürede Yeniler’in çekirdeğini oluşturan bir dinamizmi yaratması dikkat çekicidir. Berk, bu anlamda Lévy’nin Türkiye macerasını başarılı bulduğunu itiraf eder. Bu beyan, kısmen de olsa d Grubu sürecindeki soyut ve şematik algıya yönelik bir özeleştiri gibidir.[2]
Yeni nesil üzerinde etki ve açılım sağlama meselesi üzerinden, özellikle eğitim düzleminde Lévy’i konumlandırmayı tercih eden Berk, söz konusu müdahaleyi ve gençlere sirayet eden değişim ruhunu Türk Resminin “ilk atılım hamlesi” olarak görmek gerektiğini belirtir. İlginç bir şekilde duygusal tespitlerle dolu olan yazısını Lévy’e atfedilmiş görme ve hissetme kavramlarıyla netleştiren Berk, bu sayede genç ressamların sağlam bir temel üzerinde çalışma olanağını bulmuş olduklarını açık yüreklilikle itiraf eder.[3]
Lévy’nin basit ve mütevazi bir tarzda yapılanan sanatı; aslında, bir yapıntı ya da bir duygu iletimi alanı olarak resimsel olanı kavrama eğilimini gündeme getirmiştir. Kullandığı koyu tonlarla gündeme gelen, özellikle peyzajlarda özgün bir boyut kazanan renk yaklaşımı, psişik bağlamıyla beliren kasvetli bir anlatımın önünü açmıştır. Dolayısıyla Türk figür geleneğinde belirgin olan bu tercihleri, kökeninde Ali Çelebi ve Zeki Kocamemi olan bir algılamayla birlikte 1940’lı yıllarda Yeniler’le bütünlenen ve renkçiliği dışlayan Lévy ile alâkalı bir hareketle ilişkilendirmek yanlış olmayacaktır. Hatta 1950’li yıllarda Paris’te soyut-dışavurumcu bir deneyimin eşiğinde devinen genç Türkiyeli ressamların bu renk mirasını terk etmedikleri, dinamik soyutlamalarında koyu renk ilişkileriyle bu bağlantıyı görünür kıldıkları düşünülebilir.[4]
“müstakil” kalma meselesi
Léopold Lévy’nin resim anlayışı, kübizme atıflı bir indirgeme ve yapı sağlamlığı esasına bağlı kalan yalın bir soyutlama arasında biçimlenir. Giderek daha lirik ve dinamik bir soyutlamayla oluşturduğu iç-mekân görünümleri ve manzaralar, kaçınılmaz bir biçimde koyu renk tonlarının yarattığı bir atmosfer etkisiyle bütünleşir. Kasvetli ve karanlık görünen bu resimler, öğrencilerinin resim anlayışlarına da ve renk tercihlerine de sirayet eder. Özellikle Yeniler hareketi içinde yer alan genç sanatçıların 1940’lı yılların başında bu etkinin sürekliliğini kanıtlayan kompozisyonları, ayrıca toplumcu-gerçekçi sanat duyarlılıklarını da pekiştiren bir biçimleme özelliğine dönüşmüştür. Buna rağmen; Lévy’nin d Grubu’nun etkin olduğu bir dönemde, doğrudan bir ifade modeli önermeyen ve bağımsız sanatçı yaklaşımını önceleyen bir eğitim anlayışını kısa sürede işler hale getirdiği çok açıktır. Bu yüzden akademik kadroya dahil ettiği genç sanatçı ve eğitimcilerin bu süreçte, resimlerinde duyumsanan duygusal/psişik etkilerin kaynağı olarak da gösterilebilir hiç kuşkusuz. Zaten, Berk; kaleme aldığı metinde aslında bu dolayımlı gerçekleşen eğitim-aktarım ilişkisine dair ipuçlarını vermekte, d Grubu sanatçılarının giderek karşı bir örgütlenmeyle sanatçının Akademiden uzaklaştırılması meselesini unutturacak bir şekilde Lévy’nin itibarını iade etmektedir.[5]
Lévy’nn gerçek etkisi, ilkeselleştirdiği “müstakil” kalma meselesi üzerinden yaşanmıştır aslında. Akademi ortamında atölye eğitimi ve uygulamalarının tektipleştirici sonuçları karşısında öğrenciye sunulan bağımsız kalınız önerisinin Yeniler’de canlanan ruha, içerik derinliğine ve güncel duyuşlara ivme kazandırdığı kesindir. Bu bağlamda; genç sanatçıların figür yorumlarında beliren biçimsel bütünlüğün; yerel, siyasi ve güncel içeriklerle buluşarak özgün çözümlere taşındığı görülmektedir. Bu sanatçıların bağımsızlığı ya da resimlerinin dinamik karakteri, sonraki yıllarda yaşanan soyut ve soyut-dışavurumcu eğilimi ya da dönüşümü mümkün hale getiren bu etkiden gücünü almaktadır.[6]
içtenlikli bir biçimleme yöntemi ya da performansı
Lévy’nin tarzındaki mütevazilik, resmi süsleyici unsurlardan, bitmişlik etkisinden, maharet gösterisinden uzak tutmasının bir sonucudur.[7] Daha çok modeli görme ve tinsel bir boyutta kavrama deneyimi olarak resmi değişken bir yapıya, formüle dayanmadan ve insanı bir form ve uygulama alanı olarak görmesiyle açıklanabilir.
Lévy’nin sanatı; gravür tekniğinde gözlenen yorum ayrıcalığının ötesinde, boyaresim uygulamalarında çok da güçlü bir görsellik-dil düzlemi yaratamamıştır. Sadece, içtenlikli bir biçimleme yöntemi/performansı olarak gösterilmesi mümkündür. Belki de tam olarak bu yanıyla Türkiye’de gelişen resim sanatına bir görsel dil, düşünme, algılama önerisi ve bağımsızlaşma eğilimli bir gösterimi teşvik etmesi bakımından önemlidir.
NOTLAR
[1] Lépold Lévy’nin Resim Bölümünde gerçekleştirdiği yenileşme, benzer şekilde Mimarlık Bölümünde Ernst Egli ve Heykel Bölümünde de Rudolf Belling tarafından yaşanmıştır. 1937-49 yılları arasında görev yapan Lévy, Zeki Kocamemi, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Sabri Berkel ve Cemal Tollu’yu kendisine yardımcı olarak atamıştır.
[2] Léopold Lévy hakkında Türkçe yayınlanmış ilk kapsamlı yayın Mart 1992 tarihli bir katalogdur. 500. Yıl Vakfı tarafından düzenlenen sergi vesilesiyle tek forma halinde yayınlanan kırk sayfalık bu katalogda sanatçının koleksiyonlarından derlenen yapıtları yer almaktadır. Ayrıca Nurullah Berk’in ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun 1942 yılında kaleme aldıkları birer değerlendirme ile kapsamlı bir biyografisi sunulmaktadır.
[3] Nurullah Berk, “Léopold Lévy’nin Türk Resmine Katkısı”, İstanbul Gazetesi, 1942.
[4] Lévy’nin Akademi’ye Resim Bölümü’nün başına getirilmesi olayından günümüze yapılan bazı değerlendirmelerde talihsiz bir gelişme olarak da söz edilir. Örnekse, Adana Çoker, “Akademiye Tanıklık” adlı 3 kitaplık dizi için 2003 yılında kendisiyle yapılan uzun soluklu bir söyleşide özetle şunları ifade eder: Lévy’nin geçilmiş (depase edilmiş) bir kişiliktir. Beğeni düzeyi André Derain ve Despiau çizgisinde kalmış olup Akademik eğilimlerin dışına çıkamamıştır. Akademiye belirli bir düzen vermesine karşın, Akademiyi ve sanat ortamını karartmıştır. Yeniler Grubu bu kararma, karanlık-koyu tonlarla resmi kurma durumunu çok iyi örnekler. Lévy ile birlikte Akademide asistan hoca olan Berkel, Tollu, Kocamemi’nin Lévy’den önceki döneme ait resimlerini çok daha cesur ve atak bulan Çoker; söz konusu kararma olgusunu, biraz da II. Dünya Savaşı’nın yarattığı atmosfer olarak görür. Bu anlayışın sosyal içerikli resimler eğilimiyle birleşmesiyle, resim dili ve düşüncesi konusunda ciddi bir gerileme yaşanmıştır Türk resminde.
[5] d Grubu; öncelikle sınırlı bir katılımla kurulmuş görünen ve fakat kapsamı ve etkisi büyük olan grupsal hareketin adıdır. Zeki Faik İzer, Nurullah Berk, Cemal Tollu, Elif Naci, Abidin Dino ve Zühtü Müridoğlu’nun 1933 yılında oluşturduğu bu topluluğun öncelikli hedefi, “sanat ortamını canlandırmak, gerçek anlamda yaşayan bir sanat anlayışını ülkeye yaymak” şeklinde ifade edilmiştir. Bu doğrultuda, gerektiğinde aşırı görünmekten bile ürkmeyen doğru yaklaşımları uyarlamak ise pratikte benimsenen bir ilke olmuştur. d Grubu gerçekten bir üslûp tarzı yaratma konusunda başarılı görünür ve kübist esintilerle örülü aşırı biçimci plan ayrımlarına dayalı gelişen bir desen/resim anlayışını örnekler.
[6] Figür resminde toplumcu gerçekçi etkileri araştıran ve gelişen politik bilinçleriyle gündelik hayata ilişkin tespitler yaparak bir anlamda sosyal bir eleştiriyi de hedefleyen bir grup genç 1941’de Yeniler Grubu adıyla öteki İstanbul’u betimleyen Liman konulu bir sergiyle kamuoyunun karşısına çıkar. İkinci Dünya Savaşı’nın etkisiyle, yokluk ve sıkıntı içindeki toplumsal yaşama özellikle, kıyı-kenar insanlarına yönelik bu sıcak duygulu bakış, bu genç inisiyatif, doğal olarak dikkatleri kendilerine yöneltir. On yıl kadar süren bu grup hareketi, bu süre zarfında yaklaşık olarak on sekiz sergi düzenler. Yeniler, esas anlamda d Grubu’nun sergilediği aşırı biçimci ve kentsoylu tavra karşı, vasat ve toplumcu gerçekçi duyarlığa sırtını dayayan, ortalama insanı merkeze alan anlatımcı bir resim anlayışını önerirler. Savaş sonrasında gözlenen yeni resim yaklaşımlara duyulan ilgi ve bazı grup üyelerinin yurt dışına çıkışları neticesinde Yeniler’in etkinliklerine 1952 yılında son verdiği görülür.
[7] Léopold Lévy görevi sırasında, Akademi’de 16 Nisan-2 Mayıs 1938 tarihleri arasında bir sergi açar. Çok uzun bir aradan sonra, 1992 yılında Cemal Reşit Rey salonlarında düzenlenen bir sergide yapıtları bir katalog çalışması eşliğinde sergilenir. 1994 yılında ise Milli Reasürans Sanat Galerisinde Lévy’nin gravürleri takdim edilir. Sergi nedeniyle metin yazarlığını Yves Bonnefoy’un yaptığı bir katalog yayınlanır. 2014 yılında İstanbul’da 24. Tüyap Artist Sanat Fuarı’nda sanatçının 1920-1966 yılları arasında ürettiği peysaj ve manzara ağırlıklı 40 eseri sergilenir. Ceyda ve Ünal Göğüş Koleksiyonunda bulunan bu eserler, 10 Haziran-10 Ağustos 2021 tarihleri arasında bu kez Kıymet Giray’ın hazırladığı “O Bir Efsane” adlı sergiyle, Bodrum Belediyesi Şevket Sabancı Kültür ve Sanat Merkezinde yeniden izleyiciye sunulmuştur..
ayrıca bakınız: https://saglamart.com/soyut-ve-soyutlama-egilimleri-baglaminda-turkiyede-resim-sanati