taner ceylan: kusursuz ve hazcı bir imgelem

GÜLAY YAŞAYANLAR

Taner Ceylan’ın portrelerini saran cinsellik, yaşanılandan çok daha gerçektir sanki… Ya da olabildiğince içten ve istem dışı hissedilen tutkulu, duygusal ve/fakat paylaştığımız bir gerçeklik ortadadır… Figür (boksör), kusursuz başkaldırının simgesi olmakla birlikte; “muğlak bir aşk imgelemi”nin de nesneye, yüzeye bir ruha ve tene bürünmüş halidir. “



Öznenin mahremiyetine dayalı göstergelerde kişi çoğu zaman egosunun anarşist taleplerine boyun eğer. Ancak tahayyülle bütünlenen cinsiyet rolleri, büyülü bir gerçeklik halinde onu peşinden sürükler. Kırılgan bir zemine inşa edilen masumiyetin buraya teğellenmesi ise, mistik bir tutkunun koşulu gibidir. Bir yandan fiziksel arzuyu bile öteleyen narsisist bir tapınmanın nedeni olurken; öte yandan duygusal ve cinsel gerçekliğe de esas anlamını katar. Bu kapsamda değerlendirildiğinde sanatçıya özgü temsilde yaşanan duygusal aşırılıkları, ero-psişik varlığın yeniden tezahürü olarak görmek gerekir. Erotik imge üretimi konusunda genelde tercih edilen metaforların, aşkın bir anlam boyutuyla yüklenmesi hep bu nedenledir. Benzer durumlarda ihlâlin asıl başladığı yer, “müstehcen” olan aşırılığın sinsice tahrik unsuruna dönüştüğü bu andır. 

Sanatçının aşırı/hazcı imgelemi, üretim sürecinde belirgin dil/anlatım unsurlarını çatışmalı fantasmalarla birlikte devreye sokar. Bu; oluşan ara yüzeylerde yeni tekinsiz boşluklar yaratır. Düzenin ihlâline de neden olan boşluk, sanatçının talep ettiği duygusal anarşi’nin homo-erotik bir kurgu içinde kodlanması olayıdır hiç şüphesiz. Tıpkı Taner Ceylan’ın son çalışmalarında ürettiği ve bir nevi “ruhsal infilâk hali” gibi duran portrelerde izlediğimiz gibi…

taner ceylan, “ruhanî” ve “nirvana”

“Ruhanî” ve “Nirvana”da mutlak bir yazgıya (ölüm’e) adanmış görünen düşsel erotik yaşantının özgürce kullandığı hazcı imgelem, eskatolojik bir ruh halinin yorumudur sanki. Özellikle “Ruhanî”de sanatçının izleyiciye yaşattığı erotizm krizi, militanca bir çarpışmaya, dahası aşkın bir ölmeye davet eylemi gibidir. Portreye dikkatle baktığımızda yüzümüze saçılan kanda, hakiki olanın varlığına ilişkin bir ürperti hissedilir. Böyle bir bakışla (infilâk halinde) açığa çıkan “karanlık alan” ya da “ölümcül haz” kaygısı ruhsal ayine benzer bir çiftleşme mekânına dönüşüverir birden. Sanatçının üzerinde gezindiği/sürtündüğü ruhanî ten’de yaratılan hazzın varlığı, sarsıcı ve nevrotik bir cazibeye sahiptir. Besbelli; “Ruhanî”de duyusal yaşantıdan sızan kan artık tene bulaşmıştır. Taze bir tende ele geçen, yakalanmaya çalışılan şey ise şiddetli bir tutkudur, haz’dır sonuçta… 

Ayrıca, söz konusu edilen ten’de cisimselleşen katışıksız erotizm, ruhsallığın ötesinde bir tahakküm gösterisine dönüşmüştür. Dolayısıyla fetiş hale gelen şey; erotizm ve öldürme arzusuyla karışık gizemli bir dövüş alanıdır. Neredeyse çılgınlık düzeyindeki içgüdüsel düşmanlık, öteki bedene ve ruha saldırarak onu iğdiş etmeyi ve değersizleştirmeyi öngörür. Diğer yandan bu tür bir aura’da öteki bedene yönelik sahiplenme arzusu, sanatçı tarafından büyük bir ustalık ve özenle içselleştirilir. Hayal gücünün sapkın oyunlarına, şiddetin baştan çıkarıcı tutsaklığına boyun eğen sanatçı, artık başka bir dünyaya evrilmiştir.

Burada yeni bir beden mantığı ve içgüdüsü, yeni bir duyusal akışkanlık söz konusudur. Aslında portrede dolaşan ve onu saran cinsellik, yaşanılandan çok daha gerçektir sanki… Ya da olabildiğince içten ve istem dışı hissedilen tutkulu, duygusal ve/fakat paylaştığımız bir gerçeklik ortadadır… Figür (boksör), kusursuz başkaldırının simgesi olmakla birlikte; “muğlak bir aşk imgelemi”nin de nesneye, yüzeye bir ruha ve tene bürünmüş halidir. Ateşi yükselmiş çıplak elleri ve gerilmiş dudakları ile bir seks dövüşüne hazır gibidir. Rakip (kurban) ise; düşsel varlığıyla bu çatışmalı ve “kanlı” birleşmenin hem arzulanan hem de ötelenen tarafıdır. Ortamı tehdit eden bulanıklık, asla bir çaresizlik değildir; sabırsız tenlerde dolaşan erotik şiddetin bir sonucudur. Çıplak halde görünen ve gizlenen bedenler bir yandan kutsanırken, diğer yandan dokunmayı ve sevilmeyi bekleyen nesnelere dönüşür… Söz konusu beden/ler, öncelikle şehvet ve cinsellik salgılamakla yükümlü olup, aldatıcı dövüş metaforuyla oyalamaktadır izleyiciyi…


“Nirvana” da gördüğümüz şey; (bu dövüşte) ölümcül vuruş’tan geriye kalandır. Resmin eşzamanlı bir şekilde erotizme bulandığı, tahayyülde yaşattığı bir pornografiye hizmet ettiğini de hemen söylemek gerekir. Yerde serili, birbirine kenetlenmiş tek vücut halindeki ikili figür, şehvetin getirdiği bir çılgınlık anının temsili gibidir. Buğulu ortamda kıstırılmış imgeler, düşgücünün oyuncağı olmaktan kurtulamazlar. Kalp çarpıntılarının duyulduğu, acı’nın artık hissedilmediği bu fantastik aura’da beden imgesi, kendi trajik haz yolculuğuna koyulmuştur sanki… Trajik olanı pekiştiren “ateşli kur” eylemi, kanatma ya da kesik atma ile eşdeğerdir burada. Temsilin ardından seyredene bağışlanan şey ise, koşulsuz ve mutlak bir aşkı hissetmektir sadece. Ceylan, tıpkı resimdeki figürler gibi katışıksız, esritici ve zaman dışı bir yolculuğa izleyeni de bulaştıran, bilinçdışını bulandıran bir tutkunun varlığını zihnimize yeniden kazır. 

Aslında “Ruhani” ve “Nirvana”da aşkın bir şekilde açığa çıkan ve çok yakınlarında durulan olgu, düpedüz “ölüm” düşüncesidir. Ölüm, burada çoğu zaman; kusursuz hazzı hedefleyen tutkulu aşk oyunlarının esas belirleyeni olup; arzulanan öteki’ye ulaşmada aşılması gereken travmatik bir menzil; içsel bir deneyimdir belki de… Sonuçta, şehvetle gelen yakıcı mutluluk, kör bir zorunluluk olmaktan çıkmıştır burada. Doğrudan “cinsel uyarı” kaynağı haline gelen figürler, bu seyirlik alanda ölüme eşdeğer bir orgazm halini yaşarken; ayartıcı bir şiddetin varlığıyla soluk alıp vermiyorlar mı?


Sanat Düyamız, Sayı: 112, 2009.

ayrıca bakınız: https://saglamart.com/wolfgang-tillmans