out of the woods: korkut öztekin ile görüşme:

GÜLAY YAŞAYANLAR

Out of The Woods‘u hayata geçirecek bir çizer olarak Brent’in bana yaklaşmasındaki en büyük etken bizzat benim de depresyonla kendi geçmişimde savaşmış olmamdı. İnternette yayımladığım bir çalışmam onu derinden etkilemişti ve depresyon geçmişimi keşfetmişti. Onun yazdıklarına ve anlattıklarına yabancı değildim. Ne mutlu ki artık ikimiz de kendi kişisel savaşlarını başarıyla vermiş üretken, kendisiyle ve yaşadığı toplumla bir şekilde barışmış bireylerdik ve neden bahsettiğimizi de çok iyi biliyorduk. Birbirimizden kıtalar kadar uzak olsak da aynı insanlık hikayesini konuşuyorduk. O kendi öyküsünü yazarken nasıl kendi şeytanlarıyla yüzleştiyse ben de onun hikayesi aracılığıyla kendiminkilerle savaştım. Metinsel ya da görsel olarak bir anlatı örmek zamana yayılan ızdıraplı bir süreç. Sonucu belirsiz ve karanlık bir yolda ilerliyorsunuz. Sabır ve istikrar burada anahtar kelimeler ancak baskılama değil. 


Out of the Woods, Korkut Öztekin, Grafikroman Çizimlerinden Bir Sayfa, Kağıt Üzerine Karışık Teknik, 41×29 cm, 2017. https://www.outofthewoods.co.nz/

Korkut Öztekin’in resimlediği “Out of the Woods / Ormandan Çıkmak” gibi biyografik anlatılarda izleyenin görsel hafızasına direk ulaşabilen metaforik aktarımlardan söz etmek mümkün. Görüntüyü katmanlı hale getiren, lirik duyarlığa atıflı çizgi ve leke organizasyonlarıyla yapılandırılmış bu çalışmada, resimsel vurgularla daha gizemli ve gerçekçi hale gelen bir değişim arayışı gözleniyor. Yeni figüratif bir anlayışı, zihinsel süreçlerle buluşturan ve dil bütünlüğünü kurmuş kara-estetik bir ürün; sanata iyice dolayımlanmış yaratıcı bir tavır var ortada.

Bu nedenle; anlatılan hikâyenin kime ait olduğu, nerede geçtiği, hangi gerçeküstücü ya da düşsel yapıların uzantısı olduğu gibi sorgulamaları yer yer devre dışında tutan bu yaklaşıma, metinsel bağlamın ötesinde bakmak ve bu estetik/plastik önerilere odaklanmak gerekmektedir. Çünkü bu tür bir gösterimin en az hikâye kadar depresif bileşenleri olan bir sürece karşılık geldiği ortadadır. Freud’un nevroz etimolojisinde de belirtildiği şekilde; psişik gerekçelerden gücünü alan, zamana ve mekâna bu şekilde yayılan bir görsel anlatıdan bahsetmekteyiz. Dahası Korkut Öztekin’in öz duygulanımı, bu sanatsal üretimi tümden belirleyici görünmektedir. Bu yüzden, Öztekin’in resimleme eyleminin buna benzer psişik tespitler üzerinden okunması, dil ve üslûbu belirleyen katkılar üzerinden değerlendirilmesi en azından çizgi roman okurları açısından yerinde olacaktır.

Gülay Yaşayanlar – Sizi daha çok tarihsel referansları belirgin, fantastik ve anısal çağrışımlı anlatılarla buluşturan ya da bu türden bir resimleme sürecine yönelten görüntüsel dinamikler; kavram ve durumlar üzerine neler söylersiniz?

Korkut Öztekin – Babam tarihçi, annem ise klasik edebiyatçıydı; Elyazmalarının bulunduğu, geçmiş kültürlerin konuşulduğu bir evde büyüdüm. Fatih Külliyesi Kütüphanesi veya Topkapı Sarayı Kütüphanesi gibi mekânlarda Annem ve babam akademik çalışmalarını yaparlarken, daha küçük bir çocukken yanlarında bulunma fırsatım oldu. Atın varaklı minyatürlerle bezeli deri ciltlerden ve mikrofilm rulolarından onlar geçmişi deşifre etmeye çalışırlarken ben de ipek ve atlas kumaşlarla süslü taş sarayların gölgesinde yaşayan, savaşan ve âşık olan o eski zaman insanlarının büyülü yaşamlarını hayal ederdim.  Benim için tarihi kurgular ısırıp çocukluğuma döndüğüm tarçınlı kurabiyeler gibiler; Gündüz düşlerinin gerçek olduğu, gök yüzünün daha mavi göründüğü, karşılaştığım her şeyin beni türlü şekillerde heyecanlandırdığı daha sade ve korunaklı bir zamanlara …

Resimlemelerinizde metin dışına sarkan ve giderek kayganlaşan bir serbest biçimleme iradesi ya da süreci söz konusu mu?

Hemen her zaman! Yazarın ortaya koyduğu metnin ilk okuyucusu ben oluyorum gerçi. Ancak zihnimin sahnesinde mizansenleri canlandırırken her zaman bir alt metin yaratmaya çalışıyorum sadece resimlerle okunan; Bazen çizdiğim karakterlerin beden dili devreye giriyor, bazen bu karakterlerin kurgusal mekanla, kompozisyonla, renklerle ve diğer grafik elemanların dağılımlarının tasarlanmasıyla yapmaya çalışıyorum bunu. Bazen de geleneksel ezoterik sembolojiden faydalanıyorum. Amacım sadece yazarın metnini görselleştirmek değil, ayrıca yorumlamak ve dönüştürmek.  Yazarın betimlemelerinin çağrışımlarının ışığında hibrit bir yorum-anlatı oluşuyor.

İnsanların genelde, zihinlerinden geçen şeylerin kendilerine gösterilmesinden rahatsızlık duydukları söylenir. Buradan hareketle, bir hikâyeyi resimleme aşamasında baskın hale gelen duygulanımın ne tür bir şey olduğu ve/veya (kendini?) ifşa etme aşamasında nelerden kısıntıya gidildiği konusunda bize söylecekleriniz var mı?

Ben kendi çağrışımlarım üzerinden bir otosansür uygulamıyorum. Özellikle ortak oluşturulan projelerde amaç ve anlayış bakımından farklı yönlere giden fikirler varsa proje sahipleri ve editörler tarafından tartışılarak çözümleniyor. Brent Williams’ın Out of the Woods’unda çok uzun zamandan beri depresyon ve vesvese ile farkında olmadan mücadele etmek zorunda kalmış bir adamın kişisel kurtuluşu için verdiği mücadele anlatılıyordu. Zor bir ailede büyümüş, baba figürü ile kavgalı, genç yaşta evlenmiş ve devamlı kendisini birilerine ispatlamak için mücadele eden bir adamın artık pes edişi ve kendisini yeniden keşfetmek ve sağaltmak için tabiata dönüşü vardı bu hikayede. Yeni Zellanda’yı daha önce ziyaret etmemiştim. Kültürünü bilmiyordum. Oysa ki Brent’in öyküsü aralarında Maori kültürünün de bulunduğu eski ve yeni Dünyaya ait pek çok kültürden gelen ekoları barındırıyordu.   Tabiat, kültürel semboloji üzerinde Brent beni aydınlatırken, kendi hikayesini betimleme hususunda yaşanan tıkanıklıklarda çoğu zaman ben ona çıkışı işaret ettim. Bu Brent’in yaşam hikayesi üzerinden bütün kültürlerin ve bütün insanlığın hikayesine dönüştü. Mutsuzluk, sıkışmışlık, kendini ifade edememe, şiddete yönelme sadece bizim kültürümüze ve kısa tarihimize özgü bir durum değil, adeta arketipsel bir insanlık durumu. Bu hikayede eğer görsel ifademde çeşitli imitasyonlar oluşturduysak bu tamamen anlatının daha anlaşılabilir ve daha çok insana ulaşabilir olmasını sağlamak içindi. Bu izleyici okunaklılığına öncelik veren işlevselliği önemseyen bir projeydi. Bu bakımdan bir toplumsal sorumluluk vasfı da taşıyordu. Sanatın terapötik vasfı yaratıcısını kayırsa da karmaşık, ağdalı aşırı sembolojik ve yüksek entelektüel bir duruş okuyucuyu karanlıkta bırakabiliyor. Out of the Woods’da biz bu olsun istemedik, daha popülist bir dil benimsedik. 

Korkut Öztekin, “Out of the Woods: A Story of Depression and Anxiety”, Grafikroman Çizimlerinden Bir Ayrıntı,
Kağıt Üzerine Karışık Teknik, 41×29 cm, 2017. https://www.outofthewoods.co.nz/

Ya da şöyle ifade edersek, metnin ruhunu duyumsatan bir görsel kurguda,giderek ironik bir muamma’ya dönüşen bir boşluk tasavvur edip; bir yandan konuyu takip ederken, diğer yandan kendinizi yeniden konumlandırdığınız ve eşikler yaratarak hikâyenin akış sürecine müdahalede bulunduğunuz anlar oluyor mu? Bu doğrultuda anlatım sürecine yeni “zaman odaları” ekliyor musunuz? Burada bir tür post-memory durum ve üretim söz konusuysa, bilmeden ve görmeden kurduğunuz yeni bir görsel anlatı’nın sahiciliği üzerine ne söylersiniz?

Aşırı kurgulanmış bir anlatı gibi gözükse de grafik öyküleme aslında oldukça samimi bir medium. En azından benim yapmak istediğim haliyle veya bulunmak istediğim noktada öyle. Popüler çizerlerin ekseninde kurumsallaşan editörlük müessesesinin okuyucuya dayattığı etnik ve sosyo-kültürel bir yaptırım haline gelen üslupsal zorlamalar; Amerikan çizgiromanı veya Japon Mangası gibi… Benim göz ardı etmediğim, ancak işim düştükçe uğradığım mecralar. Biz tasarımcıların sahip oldukları mesleki bir deformasyon bu; Göstergeleri takip etmek ve anlamlandırmaya çalışmak! William Gibson’un dediği gibi trenleri izleyen bir lokomotif fanatiğinin tutkusuyla yapıyoruz bunu. Görsel bir düzenlemeyi bilinçli bir tasarım, amaca yönelik bir görsel üretim olarak kabul ederek değerlendiriyoruz. Ancak inanın ki diğer bütün grafik anlatıları gözden geçirirsek çağrışımlara, doğaçlamalara ve gerçek samimi oyunbazlığa en yakın olan ve belki de bu yüzden çağdaş sanatın progresif ifadeciliğine de en yakın duran grafik öykülemedir. O bazen bir çizgi roman, bazen sinema, bazen non-sequitor kavramsal bir sanat eseridir. 

Mekâna, nesnelere ve/veya kurmaca- gerçek anlatıya yansıyan histerik unsurlar, aslında bir çeşit çizerin de maruz bırakıldığı bilinçli bir ruhsal baskılamanın ürünü ya da sonucu değil midir?

Brent’in Out of The Woods‘u hayata geçirecek bir çizer olarak bana yaklaşmasındaki en büyük etken bizzat benim de depresyonla kendi geçmişimde savaşmış olmamdı. İnternette yayımladığım bir çalışmam onu derinden etkilemişti ve depresyon geçmişimi keşfetmişti. Onun yazdıklarına ve anlattıklarına yabancı değildim. Ne mutlu ki artık ikimiz de kendi kişisel savaşlarını başarıyla vermiş üretken, kendisiyle ve yaşadığı toplumla bir şekilde barışmış bireylerdik ve neden bahsettiğimizi de çok iyi biliyorduk. Birbirimizden kıtalar kadar uzak olsak da aynı insanlık hikayesini konuşuyorduk. O kendi öyküsünü yazarken nasıl kendi şeytanlarıyla yüzleştiyse ben de onun hikayesi aracılığıyla kendiminkilerle savaştım. Metinsel ya da görsel olarak bir anlatı örmek zamana yayılan ızdıraplı bir süreç. Sonucu belirsiz ve karanlık bir yolda ilerliyorsunuz. Sabır ve istikrar burada anahtar kelimeler ancak baskılama değil. 

Bir çizer olarak, bu yazarla ve metinle buluşmanızı, hatta yayınla sonuçlanan bir yaratıcı sürecin parçası olmanızı; daha çok “yeni modernizmin belirtileri olarak gösterilen katılaşmış bir huzursuzluğa ve yalnızlaşmaya meyilli olma isteği, hali ya da cüretiyle” ilişkilendirmek ne derece isabetli olur?  Bu bağlamda, yayınlanan kitap ile aranızdaki psişik mesafede neler yaşanmakta? 

Müthiş bir rahatlama içindeyim. Bir misyonu tamamlamanın huzurunu taşıyorum. Bu projeyi egzotik doğası yüzünden tercih etmiştim. İki yıl önce Onapua körfezinden gelen bir elektronik posta ile karşılaştığımda çok merak ettiğim ve heyecanladığım için bu adı Google’a sormuştum. Başrollerinde Harvey Keitel, Holly Hunter ve Sam Neil’in oynadığı, Jane Campion’un yönettiği 1993 tarihli The Piano adlı filmin çekildiği sahil olduğunu öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Burası, Yeni Zellanda adalar topluluğunun en büyük iki adasından birinde, güney adasının kuzey ucunda bulunan Marlbourough Sounds’daki bir sahil. Sounds, Türkçemizde karşılığı olmayan bir coğrafi oluşumdur; bir koydan daha büyük, körfezden daha derin, bir fiyorddan daha geniş ancak dar bir  okyanus veya deniz girintisine verilen ad. Bu coğrafi oluşumun Türkçe karşılığının olmamasının sebebi böylesine bir yapı ile karşılaşan ilk kültürün biz olmamamız. Piano filmi beni derinden etkilemiş ve hayatımda kalıcı izler bırakmış bir eserdir. Bu durum bana Dünya’da var olan hiçbir yere aslında o kadar da uzak olmadığımızı gösteren bir anı olarak kalbimde saklı kalacak. Entelektüel ve yaratıcı birey için melankoli, dışlanmışlık ve bastırılmışlık hissi evrensel ve sonsuz bir döngü. Ancak kişisel tecrübelerim birbirinden 17.208 kilometre uzakta olan bambaşka varoluş hikayelerine sahip iki bireyin ortak müşterekler doğrultusunda üretim yapabildiğini gösteriyor. Bütün karanlı anlarına rağmen bu proje umut aşılıyor.

Sonuçta; resimleme çabanız için, “izleyene o kareyi daha iyi aktarabilmek ya da daha sahici kılabilmek adına kendine, kodları belirli ve özgün bir retorik dil ve düzlem yarattı” diyebilir miyiz?

Bu çok kesin ve iddialı bir yargı. Ben bu tesbiti “yaratmayı deniyor” olarak bitirirdim. Grafik romanlar ve çizgiromanlar bu gün ülkemizde şaşırtıcı biçimde mütercim tercümanlık, filoloji, edebiyat ve iletişim bilim kürsülerinin merceği altında inceleniyorlar. Henüz hala görsel sanatlar ve ilgili disiplinlere mensup akademisyenler ve akademik araştırmacılar için bakir bir mecra olmayı sürdürüyor. Gilbert Seldez, kaleme aldığı George Harriman’ın Crazy Cat karakterini incelediği 1924 tarihli bir metinde Avrupa ve Uzak Doğu’nun sanatını “Yüksek Profilli Çöp” olarak niteleyerek Amerikan bulvar basınında arz-ı endam eden karikatür bandları göğe çıkarmıştı. Amerika’ya özgü en doğru sanatsal ifade biçiminin absürt ve fantastik olduğunu savunmuştu. Bu gün progresif endüstriyel kapitalizm, her türlü sanatsal mecrayı birer teknik pazar ve montaj zincirine dönüşmeye zorluyor; Ve merkezinde gerçek üstü, absürt ve fantastik bulunan çizgiroman artık bir karşı kültür ve alternatif alt kültür aracı değil bir ana akım mecrasına dönüşmeye başlamış durumda. Daha fazla görsellik talep eden bir iletişim anlayışı hakim artık. Ben hala bir fütürist olarak iletişimin ve ifadenin kompaktlaşacağına ve bireyin ihtiyaçlarını optimum düzeyde karşılayacak bir konuma yükseleceğini düşünüyorum. Zira grafik tasarımın da geleneksel haliyle yavaş yavaş tarihe karışacağına inanıyorum. Ambalaj tasarımcılığının zayıfladığını, reklamcılığın da inandırıcılığını yitirdiğini düşünüyorum. Zira serbest paylaşım platformları her türlü tüketim ürününü inceleyen, bozan, söken, değerlendiren kullanıcıların yorumlarıyla dolup taşıyor. Böylesine bir dünyada artık hiçbir ürünü ambalajını güzel tasarlayarak satamazsınız. Nostradamus, insanlığın altın çağının gelmesinde önce bir yalanlar çağı yaşanacığı kehanetinde bulunmuştu. Bu çağda kimse gerçeğin ne olduğunu anlayamayacak, kimin doğruyu söylediğini bilemeyecekti. Bu yeni modernizm döneminde bireyin yalnızlaşması ve sanat da dahil var olan her şeyin samimiyetini sorgulaması şaşırtıcı olmamalı. Ancak Jean Giono’nun L’homme qui plantait des arbres/ Ağaç Diken Adam adlı 1954 tarihli alegorik öyküsündeki kurgusal Elzéard Bouffier karakterini okuyucular gerçek zannetmişlerdi. Bu hikayede Birinci Dünya Savaşı’nın ardından yerle bir olan Fransa Alplerindeki bir vadiyi tek bir adamın yıllar süren bir çalışmanın sonucunda nasıl dev bir ormana dönüştürdüğü anlatılıyordu. Jean Giono okuyucularına yalan söylemişti, bu olay hiç yaşanmamıştı. Bu tamamen bir fanteziydi, hatta bir bilim kurgu! Ancak hikaye çok beğenilmişti ve binlerce insan Bouffier’in mezarını bulabilmek için Provans bölgesine akın etmişti. Sanatın bazen karanlığı şafağa dönüştürme gücüne sahip pembe yalanlar olarak tezahür ettiğine inanıyorum. 


10 Şubat 2017, İzmir 

ayrıca bakınız: https://saglamart.com/ulusal-sergiler/gizli-gecici-sahte-2