deniz artun: paristen modernlik tercümeleri

MÜMTAZ SAGLAM /

Deniz Artun tarafından kaleme alınan Paris’ten Modernlik Tercümeleri de göstermektedi ki; Türk resmir ile ilgili araştırmalarda elde edilen yeni bulgular doğrultusunda, özetle 1914 Kuşağı sanatçılarını yeniden değerlendirmek bir zorunluluk olarak görünüyor. Paris’te gerçekleşen etkileşimin şekli sorgulanırken Türk resminde yaşanan türsel zenginliğin, cüretli kompozisyon ve yüzey-renk denemelerinin gerekçelerini anlamaya çalışmak gerekiyor. Bazen, söz konusu tercüme’nin boyutlarını aşan ressamca bir eylemle karşı karşıya olduğumuz hissi içimizde uyanıyor sanki…


Deniz Artun; Paris’ten Modernlik Tercümeleri /Académie Julian’da İmparatorluk ve Cumhuriyet Öğrencileri, İletişim Yayınları, Sanat-Hayat Dizisi No: 11, İstanbul, 2007. https://iletisim.com.tr/kitap/paristen-modernlik-tercumeleri/8052

Türk plastik sanatları için yapılan her ayrım ve konumlandırma çabasında taşıyıcı kavram olarak önümüze çıkan modernizm, bir türlü netleşemeyen yapısıyla sanat gündemini meşgul etmeye devam ediyor. “Modern Deneyimler”, “Modern Türk 2”, “Kesişen Zamanlar”, “Modern ve Ötesi” gibi son dönemin kapsamlı ve iddialı sergilerinin hemen tümü, Türk sanatındaki modernlikleri tespit etme ve değerlendirme olanağını yaratma amacında. Sözgelimi Orhan Koçak, “Modern ve Ötesi” sergisi için hazırladığı metinde Zeki Faik İzer ve Sabri Berkel’e “ilk gerçek modern ressamlar” tanımlamasını getirmekte. Diğer tarafta bu etkinliklere eleştirel bir gözle bakan Hasan Bülent Kahraman modernist dönüşümü 1930’larla ilişkilendirmenin daha yerinde olacağı görüşünde. Ali Artun ise, bu tarihi II. Dünya Savaşı sonrasına çekerek Paris’te yaşamayı ve çalışmayı seçen ressamlarla ilişkilendiriyor. Oysa, daha önce; modernizmin öncülüğü, İzlenimci duyarlığı geç de olsa başarıyla ifade eden 1914 Kuşağı temsilcilerine atfedilmişti. Hemen ardından da bu birikimi Hans Hoffman kaynaklı Ekspresyonist etkileri Kübist ve Konstrüktivist algı tercihleriyle buluşturan Ali Avni Çelebi ve Zeki Kocamemi işaret edilmişti…

Açıkça görüleceği üzere, modernist algı kapasitesimizi nitelemede hâlâ ciddi sorunlar yaşıyoruz. Sanatçılarımızın gelişen bilinç niteliğine, yaşadıkları zihinsel değişimlere bakarak yaptığımız her değerlendirme sürekli olarak bizi farklı sonuçlara götürebiliyor. Aynı şekilde, yaşayan sanatı yorumlamada gösterilen istek ve irade açısından konuya yaklaşınca, yine yerleşik konumlandırmaları geçersiz kılabilen sonuçlara ulaşabiliyoruz.

değişimin yönü ve misyoner sanatçılar

Rodolphe Julian, 1893

Deniz Artun imzalı Paris’ten Modernlik Tercümeleri / Académie Julian’da İmparatorluk ve Cumhuriyet Öğrencileri adlı kitap; söz konusu tartışmalara yeni açılımlar kazandıracak, daha doğrusu ona zemin oluşturacak bir yayın olarak dikkatimizi çekiyorr. Yazar, öncelikle Osmanlı-Fransız devletleri arasındaki kültürel ilişkiler çerçevesinde yenilenme projesine dönüşen olaylardan birini ve buna sahne olan kurumu merkeze alarak, sanat alanında modernizmin kavranması ve taşınması meselesini dikkatle inceliyor. Paris’e atanan ilk elçileri takdim ederek işe başlayan Artun; dönemin İstanbul ve Paris’ine egemen olan düşünce ortamını da detaylı bir şekilde betimleyerek işe başlıyor. Esas itibariyle Osmanlı gençlerinin Paris yolculuğunda gidilebilecek tek adres durumunda görünen Académie Julian’a odaklanarak, bu kurumun farklı atölyelerinde farklı zamanlarda eğitim gören Türk sanatçılarını tanıtarak resmimizin gelişim sürecine ilişkin oldukça önemli saptamalarda bulunuyor.

Osmanlı’nın son dönemlerinde bir gereklilik halini alan sanat eğitimi için Paris’e öğrenci gönderme girişimi, aslında modernleşme çabaları içinde değerlendirilebilecek ilgi çekici bir olgudur. Gerçekten de; Türk sanatının gelişimini doğrudan etkileyen bu uygulama, giderek yenilikçi bir ruhun denetiminde, modern bir eğitim sisteminin tesisi için yapılması gereken öncelikli projelerden biridir. Dolayısıyla, Batı kültürünü ve sanatını kavrayıp nakletme gibi doğal bir misyonu yüklenen bu sanatçıların durumu; Türk modernleşmesi sürecindeki yerleri ve temsil yeterlilikleri açısından önümüzde durmakta ve incelenmeye değer ayrıcalıklar içermektedir.

académie julian

Académie Julian’da Heykel Atölyesi, Paris,
1920’ler.

Paris’ten Modernlik Tercümeleri, iki toplumsal yapı arasında kurulan kültürel ilişkilerin gelişimini, şeklini ve sonuçlarını 1890’lara dek gelen süreç dahilinde değerlendirerek sözü çalışmasının temel konusunu oluşturan Académie Julian’a getirmektedir. Bu dönem Paris’inin (1860’lar) ilk özel sanat atölyesi olan Académie Julian; giderek 19. yüzyılın başkentine akın eden ve Ecoles des Beaux-Arts’a kabulü olanaklı görünmeyen çok sayıda öğrencinin tek tercihi durumundadır. Kısa zamanda Ecoles des Beaux-Arts’a meydan okuyacak denli büyüyen ve etkileri tüm Avrupa’ya hatta Amerika ve Uzakdoğu’ya yayılan bir kuruma dönüşmüştür. Kurs halindeki yapılanmayı giderek Ecoles des Beaux-Arts benzeri bir ders sistemine ve içeriğe kavuşturan kurumun başında ressam Radolphe Julian bulunmaktadır. Gustave Boulanger ve Jean-Paul Laurens gibi dönemin usta ressamlarını öğretim kadrosuna dahil eden Julian; dil, yaş, cinsiyet ve milliyeti önemsemeden Paris’e sanat eğitimi için gelen her öğrenci için neredeyse zorunlu bir tercih haline gelmiştir.

Böylece Fransa’daki sanat yaşamını daha rekabetçi ve dinamik bir yapıya kavuşturan Académie Julian (Artun’un da değindiği üzere); aslında Ecoles des Beaux-Arts’dan çok da farklı ve yenilikçi bir anlayışı temsil etmediği görülür. Ingres etkisini öncelikli kılan, klasik betimleme yaklaşımlarını katı bir şekilde uygulayan bir anlayış zamanla kuruma egemen olmuştur. Aynı dönemde Paris’te canlanan Empresyonizm’nin etkisinin burada verilen eğitime hiçbir şekilde yansımadığı bir gerçektir. Ancak, Henri Matisse’den, Marcel Duchamp’a, Jean Dubuffet’den, Louise Bourgeois’ya veya Robert Rauschenberg’e uzanan hayli ilginç bir isim listesinin yolunun Académie Julian’da kesiştiği ve kayıtlarda isimlerinin geçtiği de bilinen bir gerçektir.

académie julian’da türk ressamları

Académie Julian’ın desen ağırlıklı akademik eğitim modeli, zamanına göre tutucu bir karaktere sahip görünse de, kurumun genç Türk ressamların değişmez adresi haline gelmesi şaşırtıcı değildir. Özellikle II. Meşrutiyet’tin ilânını izleyen süreçte Sami Yetik, Nazmi Ziya, Feyhaman Duran ve Namık İsmail, İbrahim Çallı, Hikmet Onat, M. Ruhi Arel gibi Sanayi-i Nefise Mektebi mezunları, 1910’lu yıllarda Paris’te bir yoğunluk oluştururlar. Onca geçen olaya ve zamana karşın; Türk resminin dinamik, doyurucu ve etkili bir dönemi diyebileceğimiz 1914 Kuşağı’nı da meydana getiren bu sanatçıların bir kısmının Académie Julian’dan akıp gelen akademik tavrı pek örneklememesi ise son derece ilginçtir. Hatta Nazmi Ziya Güran ve Feyhaman Duran’da doğa karşısında gerçekleşen coşkulu dışavurumu Empresyonist bir duyarlılıkla ve (Cormon’la) ilişkilendirmek daha yerinde olacaktır. Bu durum, 1910’lu yıllarda Académie Julian’ın etkisini yitirmeye başladığı tespitiyle alâkalıdır hiç şüphesiz. Zaten aynı tarihlerde Paris’e gönderilen (ya da giden)  isimlerin (Laurens’in büyük oğlu) Paul-Albert-Laurens yerine daha sonra Türk Resmi üzerinde yönlendirici etkileri olacak André Lhote atölyesini tercih ettikleri görülecektir. Bilineceği üzere Lhote, Türk Resminde 1930’lu ve 40’lı yıllarda etkin olan ve özellikle d Grubu’nun genel estetik algısını belirleyen önemli bir isimdir. Genç sanatçılarımızdaki bu yeni tercihin nedeni, büyük ölçüde Académie Julian’ın katı-akademik tavrıyla, Ingres hayranlığının yeterli ve inandırıcı gelmemesiyle ilişkilidir. Hamit Görele’nin deyimiyle Cézanne’cılığın dünyayı sardığı bir devirde Julian’a egemen olan Ingrescilik çok da anlamlı değildir.

tartışılan modernlik algısı ve izlerin muğlaklığı üzerine bir değerlendirme

Deniz Artun, 1950’lere ulaşan bir zaman diliminde devlet desteğiyle sanat eğitimini pekiştirmek (ve güncellemek) kaydıyla gidilen Paris’te, yaşanan ve tercüme edilmek üzere algılanan modernliklerin değişimini de özenle irdelemektedir. Sözgelimi, 1950 sonrasında Paris’e gitme hadisesi kurumsal desteğini yitirmiş, bireysel kararlılıklarla şekillenenen hareketlere dönüşmüştür. Bu bağlamda Paris’te sanat üretim pratiğini geliştiren Hakkı Anlı, Mübin Orhon, Nejad ve Selim Turan gibi örneklerin, daha özgür bir iradeyle Paris’e yöneldikleri ve misyonerlik bilincinin gereklerini üstlenmek gibi bir niyetlerinin bulunmadığı açıktır. genç sanatçılar Paris’te salt kendi yaklaşımlarını geliştirme ve muhataplarıyla eşzamanlı davranma noktasına gelmiştir artık…

Aslında bu tür çalışmalarda Gustave Boulanger, Jean-Léon Gérôme, Fernand Cormon’dan başlayarak Türk öğrencileriyle ilişkisi bulunan atölye hocalarının üslûp yaklaşımlarının tanımlanması gerekiyor. Ancak bu şekilde, Paris’te yaşanan değişimi ve dönüşümü görsel referanslar üzerinden anlamak olanaklı hale gelecektir. Böylece Gérôme ile Osman Hamdi Bey arasındaki bilinen ve gözlenen ilişkinin boyutları ile ilgili değerlendirmelerin Halil Paşa için ne kadar geçerli, anlamlı ve doğru olabileceği ortaya çıkar. Gérôme’un yarattığı etkiyi ve görselliği, Gustave Boulanger ve Fernand Cormon için de aynı oranda kabul edebilir miyiz acaba? Ya da biraz değiştirerek yeniden sormak gerekirse, kitabın ana tartışma konusu haline gelen Académie Julian’da gerçekleşen ilişkinin şekli, düzeyi ve etki alanını açık ve anlaşılır kılan atıflar-alıntılar, ressamlarımıza ait yapıtlar üzerinde tespit edilebilir mi acaba? Bu yöndeki bir sorgulama ile, Şeker Ahmed Paşa ve Süleyman Seyyid Bey ya da Halil Paşa örneklerinde yaşanan ve Beaux-Arts’a “mümkün olamayan kayıtlı öğrenci statüsü” gibi bir gerçeği öğrendiğimizde, söz konusu edilen izlerin muğlaklığı sorununa bir açıklama getirebiliriz belki de.

Bu çalışmada elde edilen sonuçlardan biri ve başlıcası Julian ekolünün tanımlanan akademik gerçekçi geleneğinin, bu mekândan geçen ve zamanı paylaşan Türk ressamlarının sanat tavırları üzerinde şaşmaz, değişmez ve kalıcı bir iz yaratmadığı olmalıdır. Gerçekten de Julian’ın esas itibariyle biçimlediği 1914 Kuşağı ve Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği üyelerinde izlenimci duyarlılığı ekspresyonist algı seçenekleriyle buluşturan ve kübist-konstrüktivist yaklaşıma taşıyan süreçte Julian bağlantılı gözlenebilir kalıcı bir etkiden ne kadar söz edilebilir?

Dolayısıyla, Julian’a egemen olan atmosferi Ingres’vari bir ortak algı noktasına çekerek yapılan tanımlar ve konumlandırmalar doğal olarak, 1914 Kuşağı sanatçılarının ve Müstakiller’in eylemsel bütünlüğünü açıklarken yeterli bir zemini yaratamıyor. Ya da, Julian ve Beaux-Arts odaklı çalışmaların süregittiği ortamda Cézanne’vari dalganın kısmen de olsa bu sanatçıların gönlünü çelmiş olabileceği fikri akla geliyor. Deyim yerindeyse “Türk tipi izlenimci yorum”un Hikmet Onat, Halil Paşa, Hoca Ali Rıza, Nazmi Ziya, İbrahim Çallı, Hüseyin Avni Lifij’e hatta Feyhaman Duran ve Sami Yetik’e nüfuz eden karakteri bu tür bir iddiayı olanaklı kılıyor.

Bu bakımdan Türk resmi ile ilgili araştırmalarda elde edilen yeni bulgular doğrultusunda, özetle 1914 Kuşağı sanatçılarını yeniden değerlendirmek bir zorunluluk olarak görünüyor. Paris’te gerçekleşen etkileşimin şekli sorgulanırken Türk resminde yaşanan türsel zenginliğin, cüretli kompozisyon ve yüzey-renk denemelerinin gerekçelerini anlamaya çalışmak gerekiyor. Bazen, yapılan tercüme’nin boyutlarını aşan ressamca bir eylemle karşı karşıya olduğumuz hissi içimizde uyanıyor sanki…

Bu ve benzeri tartışmaları akla getirten Deniz Artun, özellikle doğrulanmış maddi bilgileri öne çıkararak hiç şüphesiz ki, mekân-donanım ve koşullar hakkında önemli tespitlerde bulunuyor. Académie Julian arşivlerinde özellikle ödeme belgeleri üzerinde yaptığı titiz bir takip sonucu; sanatçılarımızın akademiye kayıt tarihleri, aldıkları derslerin süreleri hakkında kesin verilere ulaşıyor. Elde ettiği bilgileri sanatçıların yayınlanmış özgeçmişleri ve/veya anıları ile karşılaştırmak suretiyle geçerli ve güvenilir kılıyor. Artun, titiz bir araştırmacı tavrıyla aslında dağınık bir durumda bulunan ve savruk bir şekilde kullanılan bilgileri, sözgelimi soyadı benzerlikleri sonucu yaşanan karmaşalara dikkatimiz çekerek, mantık yürütülerek kayıtlara geçirilmiş bazı saptamaların yanlışlığını da ortaya çıkarıyor. Sonuçta, bir dönemi, bir olayı ve buna sahne olan bir kurumu ayrıntılı bir biçimde inceleyerek; Türkiye’de biçimlenen resim sanatının gelişme dinamiklerinden biri sayılan Akademie Julian’ı kültür tarihimizin sayfalarına tercüme etmekle önemli bir işlemi gerçekleştirmiş oluyor.


Sanat Dünyamız, Sayı: 106, 2008.

ayrıca bakınız: https://saglamart.com/osmanli-turk-resmi