sanat ve tasarım eğitimi: bir yeniden inşa eylemi

MÜMTAZ SAGLAM

sanat ve tasarım eğitimini artık geleneksel anlayış doğrultusunda, klasik ve akademik önermelerin ilkesel bütünlüğü içerisinde sürdürmek neredeyse olanaksız gibidir. Özellikle plastik sanatlar alanında görme ve biçimlendirme kavramlarının ana ekseni oluşturduğu, bilgi ve gözlem ile duyarlılık hallerini ilişkiye zorlayan bir dizgesel yönelim zaten, klasik yaklaşımların iptaline, yeni yaratıcı pratiklerin yol açtığı sınır zorlamalarına sırtını dayamaktadır.


Nafi Güral Sanat Galerisi, DEÜ Güzel Sanatlar Fakültesi, İzmir. https://saglamartspace.com/ulusal-sergiler
Sanat ve tasarım eğitimi, dilin tahribine yönelik önerilerin test edilmesi ve/veya sınırların ihlâl edilmesi gibi yaratıcı yönelimlerin devreye girdiği anda başlayan sorunları yönetmeye ve çözümlemeye adanmış bir durum ve süreç olarak kavranmalıdır.

Sanatın muğlak anlamlarla dolu üretimlerin alanı olarak karşımızda durduğu gerçeği, günümüzde sanat eğitiminin en başındaki sorundur. Dolayısıyla tanım zorlukları içindeki bu alanda, yaratıcı dinamikleri tetikleyen unsurları harekete geçirmenin, bunu aynı zamanda pedagojik önerilerle buluşturarak bir eğitim ortamına dönüştürmenin hiç de kolay olmadığı ortadadır. Dahası, bunun yalnızca bir eğitim süreciyle sınırlı kalmayıp hayat boyu sürecek olan bir ilişki biçimi olduğunu sık sık anımsatmanın, sanatçı adaylarında yarattığı psikolojiyi öncelikle anlamak gerekir.

Belki bu yüzden, sanat ve tasarım eğitiminin ilk yıllarında genel olarak üzerinde uzlaşılmış görünen eğitim deneylerine, uygulamalarına ağırlık verilir. Gerçeğin ve gözlemlenen şeyin ilk elden ve nesnel bir duyarlılıkla yeniden üretimi burada hedeflenir. Bu ölçülü hareket alanı başlangıçta tüm kesimleri ikna eden, büyük oranda da yeterli bulunan ve hatta sanat eğitiminin giderek hedefi haline getirilen bir düzeydir. Ülkemizde pek çok kurumsal model, lisans düzeyinde zaten bunu yeterli bulmakta; kafa karışıklığına yol açacak ya da ortamı bulanıklaştıracak uygulamalara yönelmek için herhangi bir gerekçe yaratmamaktadır. Sanat ve tasarım dilini gerekli ve düzgün bir şekilde kullanabilme yeterliliğini basit ve risk içermeyen uygulamalarla kavratma yönelimi, (bu yüzden) ülkemizdeki sanat eğitiminin başlangıçta kilitlenerek kendini sınırladığı önemli bir soruna işaret etmektedir.

Sanat ve tasarım eğitimi, tam da bu noktada; dilin tahribine yönelik önerilerin test edilmesi ve/veya sınırların ihlâl edilmesi gibi yaratıcı yönelimlerin devreye girdiği anda başlayan sorunları yönetmeye ve çözümlemeye adanmış bir durum ve süreç olarak kavranmalıdır. Bu kapsamda gerçekleşen tüm uygulamalar; öğrencinin ön-kabulleri sorguladığı, yeni görselliklere ve anlatım olasılıklarına özgünlük çerçevesinde ulaşmaya çalıştığı bir bütünlüğe hasredilmelidir. Bu yüzden günümüzde sanat eğitimi sürecini müdahaleler yoluyla bozulmuş, tahrip edilmiş ve dağıtılmış bir alanın yeniden inşa edilmiş hali olarak tasavvur etmek yanlış olmaz.


dolayımsız bir biçimde oluşan anlatının iç yapısı üzerine

Açık söylemek gerekirse; moral ve motivasyonun ancak vasat bir seviyede mevcut olabildiği eğitim kurumları, sadece sanat ortamının parıltılı gelecek vaadiyle ayakta durabilmekte, kendi iç motivasyonunu bu şekilde dengede tutabilmektedir. Bu yüzden genç sanatçıların; ü sosyal, siyasal, tarihsel ve güncel dinamiklerle buluşmada sorunlu görünen anlatıları oluşturma çabalarının üzerinde ayrı bir dikkat ve özenle durulmalıdır. Sınırlı görünen kapasite hallerinin, başarıya endeksli bir yöntemler dahilinde sonuç verecek modellere dönüşmesi, başlı başına bir eğitim deneyimi ya da projesidir. Kişiye özel yöntemlerin, anlatının kendi dil yapısını kurmakla birlikte; sanat ortamının talepleriyle buluşan özgün çözümlere karşılık gelmesi, çoğu kez heyecan verici bir oyundan başka nedir ki? Söz konusu ortamın büyük bir iştahla tüketeceği bu çözümlerin nitelikli, kalıcı ve kendini yeniler bir üretim mantığıyla sürekli hale gelmesi için gereken anlayışın ve zamanın var olup olmadığı ise bir başka tartışmanın konusu olarak önümüzde durmaktadır.

Yükseköğretim düzeyinde süregiden sanat ve tasarım eğitiminin temel sorunları, büyük ölçüde dolayımsız bir şekilde ortaya koyulan üretimlerin estetik niteliği ile biçim ve dil yapısı arasındaki bütünleşmeyen durumlarla ilişkilidir. Eğitimciler, bu üretimler üzerine geliştirdikleri okumaların ve sorgulamaların çalışma isteği ve coşkusunu yok etmeye dönüşmesinden endişe duyar. Bu yüzden üretim sıklığı ve sürekliliği içinde bu meselenin kendiliğinden çözümleneceği inancıyla eleştirel okuma ve sorgulamalara öncelik vermezler. Bu; esasta bizi, eğitim sonrası süreçte temel sanat ve tasarım algısının netleşememesinden dolayı risk oluşturan durumlara taşır. 

Zamanla bir iç-denetime dönüşen bu buluşma-çarpışma hali esasta yaratıcılığı geliştiren ve teşvik eden eğitim hamlesinin özünü oluşturur. Anlatı yapısını tesis etme amacıyla; düşünceyi, bilgi ve gözlemi, duyarlığı ya da teorik olanla pratik olanı bütünleştirme deneyiminde çıkmaza sürüklemesi kaçınılmazdır. Bu karmaşık tabloda; risk teşkil edeni ya da aşırı olanı tayin ve tespit edebilme aşamasında, özgün olanı öne çıkararak bir biçimsel indirgeme, bir çerçeve içinde bunu ifade edebilme, aklın ve mantığın kontrolünde bu süreci yönetebilme ihtiyacı söz konusudur. 

Öte yandan, sanat ve tasarım eğitimi sürecinde öğrenci tarafından önerilen dilin estetik niteliği ya da yeterliliği her zaman tartışma konusudur. Akademik kadronun temsil ettiği sorgulayıcı eleştirel dil ile çarpışan bu çift dilli, katmanlaşmış, görece ortaklaşmış dil yapısı hızla yeniden kendini bağımsızlaştıracak olan iradenin kontrolü altına girer. Bu öğrencinin temsil ettiği, yine çarpışma ve kendini sınama deneyimini tekrarlayacak olan yaratıcı iradedir. Özellikle sanat ve tasarım eğitiminin son iki yılında yaşanan döngüsel bir duruma işaret eden bu süreçte, aşırı anlam yüküyle salt mesaja düğümlenen kurgusal yapıları, üretim coşkusunu yok etmeden daha rafine bir dil ve anlatım biçimine dönüştürebilmek esastır. Yine bu evrede, genç sanatçıları üzerinde çalışılmış kurgulara yönelten sorgulayıcı bakış’ın bir süpervizör olarak taşıdığı önem, aslında eğitimden kastedilen anlam ve işleve denk gelmektedir. Sık sık varlığını duyumsatan ve/fakat bir temsiliyet tarzı ve baskısı yaratmadan önceliğini koruyan sorgulayıcı bakış’ın, bir uygulama yönteminin gizli belirleyeni olarak sürekli bir iç-denetim unsuruna dönüşmesi en doğrusu olacaktır.


teşvik edilen çeşitlilik ya da anlatı tarzlarının oluşma ve kişiselleşme süreçleri

İddialı görünen algı modelleri ile birlikte mütevazi önerilere özgü bir savrukluk içinde netleşen sunum pratikleri, aslında; genç sanatçıların içinde oldukları karmaşık duygu ve düşünce yoğunluğunu tam olarak yansıtmaktadır. Bu aşamada dikkati çeken ya da oluşan alan genişliğini salt bir disiplinin öngörüleriyle sınırlamak doğru değildir. Bu yönelimi teşvik eden çok dilli, teknikli ve karmaşık (melez) uygulamalara izin veren bir ortamın ürün çeşitliliğini tesis eden en önemli etken olduğu unutulmamalıdır.

Ürün/eser çeşitliliği esasında kendi içinde belirginleşmeye eğilimli düşünce-eylem tarzlarının, özgünleşmeye açık dil önerilerinin de çokluğuna işaret eder. Böyle bir ortamda, egemen bir önerinin-söylemin belirleyici ya da kısıtlayıcı etkisi büyük oranda ortadan kalkmıştır. Genç sanatçı veya tasarımcı bu yüzden öncelikle kendini ifade etmektedir. Kendine ait dil olanaklarını keşfederek bunu yapmaktadır. Bu süreçte, ona yol rehberliği yapacak düşünce ve uygulama sürecinde bu dili daha etkili kullanabileceğine yönelik eleştiri ve önerilerle buluşabileceği ortamın içinde kendini bulabilecektir.

Kurumsal zihniyetini, kurma ve bozma ile yeniden inşa etme edimlerinin bir sonucu olarak belirginleştiren anlayışın en çok itibar ettiği şey, beklenti normları yüksek olan proje ve uygulamalara yönelik sunulan anlatıların niteliğinin yüksek olmasıdır. Eğitimin kalitesini doğrudan belirleyen bu husus, anlatı türlerine, olasılıklarına ilişkin tartışma ve önerilerle kendi nihaî yapısını arayacaktır şüphesiz. Dolayısıyla; kendi içine düğümlenen, betimleme düzeyi ve ifade yaklaşımı bakımından sorunlu görünen ya da düzeltilmesi ve yönlendirilmesi gereken çalışmaların, kişiselleşmiş vurgularla bir dil/söylem ilişkisiyle ortaya çıkması sağlanmalıdır.

Sürece eklemlenen her söylem biçimi ve bunun yansımalarını içeren uygulama şekilleri, aslında bir sınır ihlâli olarak yorumlayabileceğimiz bir modele müdahale işlemidir aynı zamanda… Sürekli olarak konu dışılıklar üzerinde yapılanan projeler, sistemin kendi kontrolünü ve yeniden üretilebilirliğini sağlamaya yöneliktir. Biçimsel soruşturmaların hep gündemde tuttuğu dil/söylem tartışmaları, beraberinde içerik/anlam üretimi çabasıyla bütünleşen total bir yaratıcı eyleme sağlam bir zemin hazırlamaktadır.

Bu yüzden her teknik deneyim ya da tercih beraberinde özneyi, öznelerarası ilişkileri ve çevreyi ya da kenti gözlemleyen bir sosyolojik sorun belirleme çalışmasını gerekli kılar. Bu yönelim üzerinden, güncel bir soruna, gölgelenmiş bir duruma yönelik eleştirel bir tutum ya da tartışmaya ihtiyaç duyar… Dolayısıyla burada öne çıkarılmış yöntemsel tavır, sorunu irdeleyen ve görselleştiren okumanın talep ettiği uygulamalara olanak tanıyan bir alanı yaratmakta, sağlamaktadır.


kurumsal temsilde öncelikli ve zorunlu bir durum: güncellenme 

Özetle, sanat ve tasarım eğitimini artık geleneksel anlayış doğrultusunda, klasik ve akademik önermelerin ilkesel bütünlüğü içerisinde sürdürmek neredeyse olanaksız gibidir. Özellikle plastik sanatlar alanında görme ve biçimlendirme kavramlarının ana ekseni oluşturduğu, bilgi ve gözlem ile duyarlılık hallerini ilişkiye zorlayan bir dizgesel yönelim zaten, klasik yaklaşımların iptaline, yeni yaratıcı pratiklerin yol açtığı sınır zorlamalarına sırtını dayamaktadır.

Sanat ve tasarım eğitiminde hala etkisini gösteren bazı ön kabullerin ise; değişen öğrenci yapısı ile birlikte değişen beklentiler ve hayaller arasında sıkışarak kısır yöntem zorlamalarına ve kurumsal bağlamda bir algılama sorununun temsiline dönüştüğü ortadadır. İçinde bulunduğumuz dönem, yeni malzeme ve teknik olanaklarla buluşarak hızla dönüşen eğitim yöntemlerinin ve uygulama önerilerinin gelişim ve ifade olasılıklarını, meşruiyet tartışmalarının uzağında değerlendirme vaktidir. Güncellenme’nin kurumsal kimlik temsilinde süreklilik içinde öncelikli ve zorunlu bir durum olduğu algısını yaymak, deneyler ve olasılıklar zincirinin açık bir yol ve yöntem önerisi olarak görsel dili zenginleştiren ve geliştiren etkisine dikkat çekmek gerekmektedir.

Bu bakımdan riski azaltılmış retorik bir terminoloji ve algı klişeleriyle hareket etmenin bir gelişme ve yenileşme olanağı yaratma olasılığı hayli düşüktür. Bu aynı zamanda, aynı tonlama ve anakronik dil/söylem çerçevesine hapsolma anlamına da gelmektedir. Ya da, görsel dilin inşası sürecinde bireysel beklentilerle ilgi ve merak alanlarının değil, kurumsal tercihin önceliğine işaret eder ki, esas açmaz da buradaki egemen dilin yarattığı kısıtlayıcı alandır.

Görme eğitiminin üzerine eklemlenen, onu tematik açılımlarla nitelikli bilinç düzeyleriyle buluşturan, gözlem ve deneyimle besleyerek geliştiren zamansal iç içelik, esasta kanıtlanmış bir eğitim pratiği olarak karşımızda durmaktadır. Burada önemli olan; süreklilik arz eden gözlemler dahilinde, kentli bir duyarlığı çevresel koşullarla buluşturarak biçimleyen, tereddüt ve tepkilerini bu duyarlıkla yaratıcı edimlerle ifade arayışı içinde olan, yaratıcı ve entelektüel bireylerin yetişmesi için program ve projeler geliştirmektir.


Mümtaz Sağlam, İzmir, 2012.

ayrıca bakınız: https://saglamart.com/estetik-deneyimin