ron mueck: aşırı bir görsellikle elde edilen kuşku ve gerilim hali

MÜMTAZ SAGLAM

ron mueck, açıkça temsilin koşullarını gerek malzemeyle, gerekse anlam süreçleriyle oynayarak bozmayı deneyen bir sanatçıdır. Kendinden önce gelen uygulamalarda belirgin olan doğal betimleme eylemi, Mueck’de aşırı bir görselliğe çekilerek kuşkulu ve gerilimli bir hal alır. Beden yorumlarındaki ayrıntıcı gerçekçilik, hayranlık uyandıran bir etki ve izlenim ortamı yaratmak yerine, doğrudan tekinsiz bir algılamanın nedeni olur.


Ron Mueck, Maske, Ron Mueck, Maske II, 2001–02, Karışık Teknik Uygulamaa, Helen ve Charles Schwab’ın San Francisco Modern Sanat Müzesi’ne Hediyesi. © Ron Mueck, https://www.mfah.org/blogs/inside-mfah/introducing-ron-mueck

Aslında, George Segal ve Edward Kienholz ile başlayan gündelik hayat sahnelerine gerçekçi bir dille kayıtlanmış cansız bedenlerin her türlü kabul mekanizmalarına onay çıkaran yorumları, sıradanlaşan bir imge düzeniyle aramızdaki psişik zorlamayı duyumsattığı anda başkalaşır. Burada kurulan alan, Pop-Art estetiğini ve söylemini de aşan mesafeli ve arızalı bir ilişkinin sahnesine dönüşür. Bu açıdan yaklaşıldığında 1970’lerden sonra yaygınlaşan ve güncellenen estetik değerleriyle uyumlu bir süreklilik arzeden gerçekçi-hipergerçekçi heykel yorumlarının, yarattıkları mizansene ortak ettiği izleyiciyi sarsan, küçülten soğuk bir algılama gücüne ulaştıklarını görmek gerekir. Eşzamanlı gelişen yeni-dışavurumcu anlatım geleneğinin de öne çıkardığı öznellik, eleştiri sınırlarını benzer şekilde geliştiren yeni heykel tasavvuru, çoğu kez resim yoluyla elde edilen görsel etkinin çok daha fazlasını yakalamıştır bu yüzden. Sözgelimi, Duane Hanson’un belirli bir alaysama eşliğinde düzenlediği hiper-gerçekçi imgeler, doğal ve geçerli kimlik önerileriyle geliştirdiği beden temsilinin aykırı akıl dizgeleriyle uyuşan denkliği neticesinde, “şok”la açıklayabileceğimiz sarsıcı bir görsel etkinin kaynağını oluştururlar. Hanson, gerçekçi yorumuyla idealize ettiği görsel dili, betimlediği figürlerin sıradan ve kitsch’e atıflı halleriyle çatıştırarak bize yakınlaştırır. Düpedüz burada kendimizi bulur ve hatta beğenmeyiz. Bu yolla daha baştan Hanson’un dil oyununun kurbanlarına dönüşmekten kurtulamayız. Basit bir konu, vasattan gelen imgelerle görkemli bir görselliğin parçaları olur… Dolayısıyla çağdaş heykelin bu tür versiyonlarında, geleneksel dilin daha hızlı ve kolay elde edilebilen mimetik unsurları yanına alarak geniş bir referans alanı yarattığı ortadadır. Resimde çok da olanaklı görünmeyen bu yaklaşımın, heykelin kendine özgü talepleriyle hâlâ uyum içinde olması ise ayrıca ilginçtir.  

Bu bakımdan olsa gerek, bu tür düz ve kolay algılamanın kırılmasına yönelik girişimlerin heykel adına günümüzde de belirmesi dikkat çekicidir. Benzer düşünce ve figüratif yapılanmayı daha şiddetli bir ifade alanına yöneltme çabası içindeki Ron Mueck’in çalışmaları bu bağlamda anılmaya değer: Mueck, açıkça temsilin koşullarını gerek malzemeyle, gerekse anlam süreçleriyle oynayarak bozmayı deneyen bir sanatçıdır. Kendinden önce gelen uygulamalarda belirgin olan doğal betimleme eylemi, Mueck’de aşırı bir görselliğe çekilerek kuşkulu ve gerilimli bir hal alır. Beden yorumlarındaki ayrıntıcı gerçekçilik, hayranlık uyandıran bir etki ve izlenim ortamı yaratmak yerine, doğrudan tekinsiz bir algılamanın nedeni olur. Sözgelimi 1997 yılında gerçekleştirdiği “Ölü Baba” adlı heykelinde teklifsiz bir biçimde karşımıza çıkıveren cansız beden ilk anda yarattığı ikna gücüyle bizi adeta çaresiz bir duygusallığa sevk eder. Kullandığı figürleri normal boyutlarından farklı bir hale getirerek betimleyen sanatçı; realist dilin ikna gücünü bedenlerin boyutlarıyla oynayarak sarsıntıya uğratır. “Ölü Baba”nın 1 metre civarında bir uzunlukta olması, yerde yatan cansız bedene ilişkin seyirde duyduğumuz korku ve tedirginliği telafi eden yegâne buluşumuzdur. Mueck’in boyut hiyerarşisinde ölçü tanımadığı bu alanda, heykelin yakaladığı psiko-patalojik derinlik, apathy’e dönüşen tepkinin esas nedenidir. Giderek Mueck’in heykellerinden uzaklaşmak, etki alanından sıyrılmak isteriz. Çünkü bizi yüzleştirdiği şey; aykırı bir estetik dizgede anlam kazanan yaşlı, çirkin ve ölü bedenlerdir. Hatta doğum ve bebek konulu heykellerinde bile, çarpıtılmış boyutlardaki itici bedenlerin şizofrenik bağlamını inkâr edemeyiz.

Mueck aslında, sanatını heykel geleneğine saygı duyan titiz ve özenli bir ustalık üzerinde kuruyor. Yakaladığı görsel etki hayranlık uyandıracak derecede geçmişle bağlantılı. Ancak sanatçı, heykelini yaptığı her figüratif unsuru, sosyal psikolojinin katmanladığı sorunlu bir alanla ilişkilendirerek yeniye ve güncele eklerken, anlama uyguladığı şiddetle normal-dışı davranışlar ve nevrozla biçimlenen farklı bir algı aralığını betimliyor. Ve Mueck’in heykelleri böylece, iç-mekânlarda kışkırtıcı içerikleriyle sıkışıp kalıyor…

Örneklediğimiz hiper-gerçekçi estetik bağlamın ürünü olan heykelsi yorumlardaki kışkırtıcı ve karamsar içerik, tümüyle sanat/hayat ilişkisinden türeyen paradokslarla ilgili görünmektedir.  Orijinalini aratmayan kopyaların, hatta seri üretim teknikleriyle çoğalmış-üremiş heykel örneklerinin istilâ ettiği sergi alanları, cezbedici görsellikleriyle giderek sert bir biçim/anlam ilişkisizliğini önermektedir. Günümüzde “çoğalan kopyalar” şeklinde de tanımlayabileceğimiz bu sürekli şekil değiştiren görüntü ve temsil sorununu, ister istemez teknolojik gelişmelerle, toplumsal ve siyasal durum arasındaki gerilimlerle bağlantılı bir halde yorumlayarak; geleneksel üretim düşüncesinin yitirdiği anlam ile güncel gereksinimler arasındaki uyuşmazlıklardan kaynaklanan bir zeminde yeniden tartışmak durumundayız.


Bu yazı, “Değişen Algı Süreçleri ve Dönüşen Heykel” adlı çalışmanın bir bölümüdür. Bakınız: https://saglamart.com/degisen-algi-surecleri-ve-donusen-heykel