otoportre: şeyleşmiş bir narsisizme kapı aralamak
GÜLAY YAŞAYANLAR
Otoportre; başa çıkılması gereken yoğunlaştırılmış duyguların makul görünen akışının, içsel sorgulamalarla provoke edildiği bir temsil düzenidir. Yüzeye çıkarılan ve ayrıştırılabilen duygu yükünü sentezleyebilmek ve karaktere temellük etmek ise, son derece cazip ve anti-oedipal bir karmaşıklıktır neredeyse. Dolayısıyla, burada, katıksız bir ilişkisellikle kendini sunan sanatçı, muğlak alanlarda biriken kendi çökeltisini, fizikî yapısına dair hususları, abartılı ve saplantılı bir şekilde bu hezeyana dahil etmektedir. Şüphesiz ki bu çekişmeli içe bakış ritüelinde, bulanıklaşan ve belirsizleşen nitelikleri bir müzakere alanında eritmek, daha sahici ve radikal bir bilinçdışını otoportreye bulaştırmak son derece önemlidir.
Otoportre; derinlemesine bir bakışla sanatçının karakterini tanımladığı bir temsil alanıdır. Bu deneyim; istisnai durum arz eden bir haletiruhiye içinde, öznel bir anlatıya ulaşabilme yolunda, kıpırtılı bir benliğin tüm çekişmelerini su yüzüne çıkarır. Ve yaratılan öyküsel mesafede, çoklu bir ilişkisel ağ içinde, kişinin kendine teslim olma durumudur. Ya da; aşınan kimi yerleri betimleyerek esas dokuya ulaşan gizil bir hayatın beyanı gibidir.
tanığı bulunmayan bir iç örgütlenme
Öte yandan otoportre, duygulanım gücünü devreye sokarak karmaşık bir yapıyı var eden bozguncu muhalif tavrın bir ürünüdür. Bir karakter ve statü izdüşümünün, paradigmatik kronolojilere dayalı bir şekilde kendine değinmesi, tanığı bulunmayan bir iç örgütlemeyle yüzeye yansımasıdır. Sürekli revize edilen bir düzlemde; kişisel bir anlatının, doğal süreçleri tersine çeviren duygulanımlarla çetrefilli bir şekilde kendini yeniden kurmasıdır. Dolayısıyla; tutkunun psikolojisini sunabilen, duygu yükünü saptayan, dahası şeyleşmiş bir narsisizme kapı aralayan otoportre meselesi, başlı başına tedirgin edici görsel bir durumdur. Dahası, kendini tanımlayıcı öğeleri kısmen dışarıda bırakmaya çalışarak kendini ısrarla ifşa eden zor bir sürecin karşılığıdır.
Bir başka deyişle otoportre, karakteri ve duyguları ele veren, ruhsal temsilin kodlarını ayırt eden bir hatırlatma eylemidir. Burada kendiyle yüz yüze gelen sanatçı; görüntüye musallat olan tüm derin kopuşların, temel güdüsel antipatilerin ve/veya mecazen yaşamı kavrayış biçiminin bir dökümünü yapmakta ya da istiflenmiş duygu hâllerini vurgulamakta gibidir. Sanatçı bu eylemle, kendi bireyselliğini ortaya koyarken, aynı zamanda içinde yaşadığı çözülme/parçalanma sürecini de kolektif bir auraya yansıtmaktadır. Psikolojik gerekçeler üzerinden anlatı vurgularını ön plana çıkararak, portreyi daha gerçekçi kılan ve kavramsallaştıran bir boyuta ulaşmayı istemektedir.
otoportre: içsel sorgulamalarla provoke edilen bir temsil düzeni
Bu bağlamda otoportre; başa çıkılması gereken yoğunlaştırılmış duyguların makul görünen akışının, içsel sorgulamalarla provoke edildiği bir temsil düzenidir. Yüzeye çıkarılan ve ayrıştırılabilen duygu yükünü sentezleyebilmek ve karaktere temellük etmek ise, son derece cazip ve anti-oedipal bir karmaşıklıktır neredeyse. Dolayısıyla, burada, katıksız bir ilişkisellikle kendini sunan sanatçı, muğlak alanlarda biriken kendi çökeltisini, fizikî yapısına dair hususları, abartılı ve saplantılı bir şekilde bu hezeyana dahil etmektedir. Şüphesiz ki bu çekişmeli içe bakış ritüelinde, bulanıklaşan ve belirsizleşen nitelikleri bir müzakere alanında eritmek, daha sahici ve radikal bir bilinçdışını otoportreye bulaştırmak son derece önemlidir. Böylelikle belirlenmiş karakter imajına farklılıkları da dahil eden ve ilginç mesafeler yaratan yeni bir retorik çıkar karşımıza. Böylece otoportre; ruhsal ve kültürel geçirgenliği olan, ama aynı zamanda katılaşmaya da meyilli yeni-modern dinamiklerin etkili göstergelerinden biri hâline gelir. Otoportreye dahil olamayan, dışlanan veya tanımsız bırakılan bir duygusallığın da burada kırılgan bir denge yarattığını söylemek mümkündür.
Dolayısıyla otoportre pratiğinde; ayrıcalık yaratan sınıfsal vurgu, yüceltme, öteleme veya içe göçme gibi anlatı paradigmaları uyarınca, yadırgatıcı bir aktarım devrededir. Mizacın tutarlı ve ısrarlı saldırılarına maruz kalan ve biçimsel şablonlardan kurtulan yeni bir ruhsal manzara alanı yaratmak, otoportreyi farklı ve özel kılan şeydir burada. Ve otoportreyi dönüştüren her türlü yapısal çarpıtmanın da -hissedilen tehditkâr heveslerle birlikte – öngörülen ve beklenen bu ruhsal aktarıma mesafeli bir yakınlaşmayı denediği ve farklı tatminlere neden olduğu ortadadır.
minör keşiflerle yüklü bir arzu haritası
Son düzlemde, karmaşık bir psikolojinin etkilerini hissettiren ve sert müdahalelerle biçimlenerek bir öteki tasvirine dönüşen otoportreyi, anarşist bir eylem olarak nitelendirmek mümkündür. Dipteki kalıntıları deşen, bir duygu heterotopyasını açığa çıkaran bu kesif kurgusal alanda; minör keşiflerle yüklü bir arzu haritasının ve günahkârlığın cezbedici enerjisiyle auraya saçılan bir mizacın sunduğu kaprisli ve uysal birikintileri, düşünsel bir tahakkümün sonucu olarak görmek gerekir. Yeni otoportre yaklaşımları, bu bağlamda çelişkilidir; çünkü, güvencesiz bir müzakere alanında gerçekleşmektedir. Dahası; kimlik, beden ve cinsellik ile, siyasetle, toplumsal ve kültürel yapıyla ilişkili bildirimlerle yüklü, tahripkâr ve eleştirel bir bakışın sürekli baskısı altında biçimlenmektedir. Tam da bu yüzden; şahsilik düzleminde olguları ayrıştıran, yorumlayan ve gerektiğinde değiştirebilen yaratıcı bir sezgisel uyanıştır. Ya da hayat-sanat ilişkisinde denge yaratan güçlü bir savunma retoriğidir.
Gülay Yaşayanlar, Copyright © 2024 / All Rights Reserved.
Ayrıca bakınız: https://saglamart.com/portre-portrait