nadide akdeniz: bir gerçekçi duyuş ve düşünüş tarzı

MÜMTAZ SAĞLAM

“Nadide Akdeniz’in  çoğu kez bir taslak ya da fotoğraftan yararlanarak hazırladığı bu resimler belli ki, açık-hava ressamlığının ürünü  gibi durmaz. Doğa karşısında bu denli net ve hesaplı bir plastik örgütlenişi gerçekleştirmek  büyük ölçüde zordur. Zaten Akdeniz’in  resminin bu tür bir iddiası ya da yanılsama önerisi de yoktur. Sanatçı, yağlıboya resim tekniğinin  olasılıklarını kendine özgü ifade  düzeyleri geliştirerek, bu dili yakalamıştır.



Doğa kaynaklı resim anlayışıyla tanıdığımız Nadide Akdeniz; bu süreçte  elde ettiği nitelikli görsel çözüm kadar, bu dile gizlediği ironiyle de ayrıcalık kazanan bir sanatçı olarak öne çıkmaktadır. Yöresel bir içerikten hızla  uzaklaşan bu resim yaklaşımında, toplumsal yapımızın dinamiğiyle beslenen belirtilerin evrensel bir içerikle birleştirilen sonuçlarını görmekteyiz.

Doğadan alınan tüm izlenim ve imgeleri, resimleme çabası dahilinde bir giz perdesi ardına iten sanatçı, deyim yerindeyse mimetik bir oyun’la karşımızdadır. Doğal olan ile yapay olanın iç içe  sunulduğu resimlerde, hareket izlenimi kadar coşkular da gizlenmiştir sanki. Kısaca, “mesafeli bir gözlemin“, insan/doğa  diyalektiğini sorgulayan görüntülerinin üretimi esas alınmaktadır burada.

İlginç olan, Akdeniz’in resmini karakterize eden en belirgin niteliğin, yani mimetik ilkelere bağımlı  bir biçimleme iradesiyle oluşan etkili  anlatımının giderek sıradan ve can sıkıcı    olanın göstergesine dönüş/türül/mesidir. Dahası, salt bu iradenin egemenliğinde oluşan resim yüzeyi, kendini sabote edecek bir unsuru, bir tahrik nesnesini aramaktadır adeta. Böylece gündeme gelen ve sanatçının resimlerine egemen olan ikili motif çatışmasına dayalı anlatım; “önde ve baskın olan doğa görünümüne eklenen bir nesne/figür katkısı” şeklinde tanımlanabilir kolayca. Ancak, söz konusu figüratif  yapılanmada,  fetişleşen nesne aracılığıyla her hangi bir durum ya da soruna işaret edilirken, ulandığı resmin zaman/mekân aralığını da tayin eden özenli nesne bir seçimi dikkati çeker  ayrıca.

Katı bir cisimsellik şeklinde ifade edilen  nesneler alemi, kendinden hızla uzaklaşmaktadır burada. Organik bir yapı olmaktan çok, sınırını öteleyen bir  temsil yükümlülüğünün göstergesidir artık. Betimlemede karşımıza çıkan bu (aşırı) yorum, bildiride önem ve ayrıcalık kazanan bir resim anlayışını karşımıza çıkarır. Betimlenen şey, bakılan/görülen şey olmaktan  çok  çelişik durum ya da sorunun kendisidir. Öykünme sürecinin aşamaları ve buna bağlı olarak gelişen biçimsel çözüm önerisi, sanatçının düşünsel düzlemde görselleştirmeye çalıştığı şeyle tam olarak örtüşmektedir.

Zaten, dikkat  ettiğimizde, bu  titiz ve  gözlemci; deyim yerindeyse bezemeye yakın duran tavır, tekrarlardan oluşan resimsel yüzey ve doku, öykünme sürecinin vazgeçilmez araçları olurken, görüntüde düğümlenen tersinlemeci kuruluş, anlam üretme girişiminin artık dışlaşan bir ön koşulu gibidir. Biraz da bu nedenle, içine bir türlü giremediğimiz organik evren; anlamını dolaysız bir nesne/figür aracılığıyla yeniden yaratarak bizi sarmalamaktadır adeta.

Nadide Akdeniz’in  çoğu kez bir taslak ya da fotoğraftan yararlanarak hazırladığı bu resimler belli ki, açık-hava ressamlığının ürünü  gibi durmaz. Doğa karşısında bu denli net ve hesaplı bir plastik örgütlenişi gerçekleştirmek  büyük ölçüde zordur. Zaten Akdeniz’in  resminin bu tür bir iddiası ya da yanılsama önerisi de yoktur. Sanatçı, yağlıboya resim tekniğinin  olasılıklarını kendine özgü ifade  düzeyleri geliştirerek, bu dili yakalamıştır. Etüt niteliğinde  kararlı  ve  bilinçli bir  boyaresim duyarlığı, mimetik tavırlı bir anlatımcılık formuyla çıkar karşımıza. Bir yetkinlik gösterisine ramak kalınan noktada Akdeniz, sanatçı/öznenin ayrıcalığının kanıtlarını sunar izleyiciye. Kolay beğeni, bir biçim/anlam ilişkisi oyununda sınamak zorunda kalır kendini. Dolayısıyla  her kesimden izleyiciye davetiye çıkaran bir “açıklık” söz konusudur. 

Bu arada Nadide  Akdeniz’de izlerini gördüğümüz titiz işçilik, gerçekten uzaklaşmanın koşuludur sanki. Yanılsamanın gücü arttıkça, başka bir boyuta evrilen anlatı; giderek tekinsiz ve tuhaf bir atmosferi hazırlarken, neredeyse soyuta  yönelen bir kavramsallaşmanın eşiğindedir. Çünkü hedefine hiçbir zaman yalnızca realizmi almayan bu tavır, realist bir biçimsel çözümleme  amacını ve mesajını etkili bir görselliğe taşıyacağı inancındadır. Yaygın görüşün aksine, bu bilinçli tavrı Akdeniz’i naif duyarlığın ötesinde değerlendirmemizin nedenidir. Sanatçı, resim düşüncesi ve algı modeli bağlamında, göstergelere yüklediği anlamlarla başta da belirttiğimiz üzere çağdaş dünyanın sorunlarını ele alan evrensel bir içerikle ilişkilidir.

Öte yandan, izleyicide çeşitlenen  algı ve yorum süreçleri, Akdeniz’in resminde uç noktada ifade edilen ya da gizlenen anlam kaymalarına uygun verileri de yakalayabilir. Sözgelimi, özellikle bitki etüdlerinde bir cinsiyet belirlenimi olarak vurgulandığı sanılan kimi unsurları, başka ulamda ele almak zaten mümkün değildir. Özellikle Akdeniz’in kısmen abartılı gerçekçi yorumunda giderek fallus‘la özdeşleşen dikey hatlı bitki uzantıları, resme cinsellikle ilgili bir içeriği doğrudan önermez. Ancak izleyici, bu sapmadan ya da algı önerisinden mutlaka nasiplenir. Ve gerçekte  Akdeniz, sanki istemeden yol açtığı bir izlenimin sonucu gibi sunar cinselliği. Mehmet Ergüven’in de haklı olarak ifade ettiği gibi, cinselliği çağrıştıran simgelerden ısrarla uzak durmasına karşın, sanatçının modeli direnmektedir buna. Sayısız dikeylerle temsil edilen doğanın, gizli bir ereksiyon çağrışımı içinde olduğu kesindir burada.

Cinselliğe yönelimli çağrışımlar resmin anlam yapısında bulanık bir sürecin karşılığıdır. Yeni bir üslûbal  evre/devrenin habercisi gibi duran  bu değişim istenci, kararlı bir şekilde uzun sürmüş bir dönemin maniyerizmi olarak da adlandırılabilir. O kadar ki, izleyeni düpedüz sarsan ayrıntılar, uyarıcı etkileri ortada bırakılan dikey uzantılar, izleyiciyi düpedüz sarsan yapıntılar olmaktadır. Akdeniz’in resim serüvenin bu son noktasında bir tür bulanıklık ya da anlam açısından resimde dile gelen bu maniyerizm, belki de sanatçının  kendi resmini yeni yapısal çözümlemelere zorlanacağının da  bir göstergesidir.

Özetlemek gerekirse; Nadide  Akdeniz, tasarımsal niteliği baskın bir resim anlayışına sahiptir. Dile getirdiği resimsel söylem; özyaşamsal bir içerikten çok toplumsal, siyasal ve ekolojik bir birikime dayanır. Sanatçı kişilik yapısına ilişkin özel bilgileri saklar bir bakıma. Ya da betimlediği nesne ve figürlerin temsil yetilerinden çıkarılabilecek küçük ipuçları söz konusudur. İzleyici bir olasılıklar tartışması sonucu, sanatçının dünya görüşü, genel kültür düzeyi, savunduğu sosyal ve siyasal ilkeler hakkında varsayımlar türetebilir yalnızca. Bu nedenle, Akdeniz’i, geliştirdiği görsel dil neticesinde anlamını bulan ve görsel niteliğini tayin eden “gerçekçi duyuş ve düşünüş tarzı“nın bir temsilcisi olarak görmek/değerlendirmek  gerekir.