beuys: kavramsal temsile atıflı performatif bir potansiyel

MÜMTAZ SAĞLAM

“Doğal olarak genişletilmiş sanat tanımı uyarınca örgütlenmiş bu yerleştirmeleri ve performatif deneyleri; Beuys’un kendiyle olan ilişkisinin ironik yönünün törensel temsili olarak algılamak mümkündür. Bu temsil, sanatçının bakışına siyasal düzlemde temas eden ve/fakat mistik yönünü canlı tutan aşırılıklarla ilgilidir. Belki bu yüzden sanatçının suretinin, dönemsel psikolojiyi ve patalojiyi doğrudan yansıtan bir ifadeyle kaplı olması, bu travma ve gerçekliğin taşıyıcı ikonu gibi görünmesi yeterince manidardır.



Joseph Beuys’un sanatı; savaş dönemi travmalarıyla biçimlendiği iddia edilen bir hayat hikâyesinin belirlediği tartışmalı bir zeminde gelişmiştir. Sanatçının hümanist önermeler eşliğinde verdiği uzlaştırıcı mesajlar, aynı anda mistik çağrışımlarla dünyevî değerleri sorgulayan bir alana sürüklenmiştir. Bu durum bir yandan, yakın geçmişiyle bağlantılı psikolojik yüklerinden kurtulmasını ve mecazen iyileşmesini sağlayan bir çabalar bütünü, öte yandan yaratıcı ama aykırı estetik deneylerle girişilen bir özgürlük ve denge arayışı olarak yorumlanır. Beuys sonuçta, performans ve eylemleriyle tanınan, yerleşik algılamalara itibar etmeyen, mevcut epistemelojiyi karşısına alarak radikal bir kopuşa ve değişime öncülük eden bir düşünce insanı, eylemci ve sanatçı olarak karşımızdadır.

Beuys; kendini, bir algı yenilenmesi olarak kabul edebileceğimiz düşüncenin bir form olarak sanat nesnesine dönüştürülme meselesi’ne adamış görünmektedir. Burada plastiğe yüklenen anlamı, bilinç üzerinden akıp gelen tinsel bir yükle ilişkilendirerek, aslında dil ve biçim arasında yeni ve saf bir birleşimin, içeriğin akışını belirleyeceğini iddia etmektedir. Ayrıca sanat üretimini, siyasal durum ve gelişmelerle bağlantılı, katılımcı pratiklerle değer kazanan bütüncül bir var olma eylemi olarak görmektedir.

malzeme ve yüzey olarak beden

Beuys’la birlikte sanat, katmanlı ve boyutlu bir söylem zenginliğine kavuşur. Efsaneye dönüşen bir kişisel tarihinin alegorisi olacak şekilde kendini şaman olarak takdim eden Beuys, özellikle antroposofik bağlamda şok etkili performanslarla tüm duyulara hitap eden gerçekçi bir gösterimin peşindedir. 1970’li yılların ilk yarısında gerçekleştirilen, kimlik ve beden tartışmalarının da öncülleri olarak görülen performans ve eylemlerinde, örnekse tavşan ve kır kurduyla kurduğu diyalog; adeta bir özdeşleşme ve yer değiştirme girişimine dönüşür. Bu esnada yüzünü müdahaleye açık bir nesne-yüzey olarak karşımıza çıkarır, kültürel farklılığa işaret eden bir maskeyle kaplar. Eylem planının ana unsuru olarak kullanır; insanlığı simgeleyen gizemli, büyülü bir ikon/yüz hâline getirir. Keçe, içyağı ve bal gibi malzemeleri bedeniyle ilişkili kılarak, gerilimli bir belirsizlikte performatif deneylere maruz bırakır. Burada; bedenin mekânsal dolaşımı ve edimleri üzerinden kavramsallaşan etkili bir gösterim dili ya da biçimi yaratıldığı ortadadır. Dolayısıyla Beuys’ta, beden kullanımının, psikolojik gerekçelerle zenginleşen anlatımcı bir yöntem olarak tercih edildiği bir gerçektir.

kişisel tarihle yüzleşme seanslarına dönüşen performans

Başlangıç senaryosunu terk etmeye meyilli, didaktik vurgulara zenginleşen ve sarsıcı etkilerle dolu Beuys’un performatif sunumları; dönemin sosyal ve kültürel gelişmeleri eşliğinde siyasal önermelerle şekillenen, savaş sonrasına ait duygusal yoğunluğun güdülediği tepkilerin bir sonucu gibidir. Burada bir bilinç yenilenmesi durumuyla ulaşılan kararlı bir sorgulama isteği ve çabasının söz konusu olup olmadığı tartışmalıdır. Sonuçta, mitolojik bir tasavvur haline dönüşen bu kişisel tarihle yüzleşme seanslarında; sıra dışı bir temsile sırtını dayayan performatif bir potansiyel, gizemli ve dramatik karakteriyle karşımıza çıkarılmaktadır.

Performanslarını ve eylemlerini kültürel bir çalışma alanı olarak planlayan ve köktenci bir değişim arayışı içinde olduğu söylenen Beuys’un yaklaşımını; 1970’li yılların duygusal ve siyasal koşullarına uygun bir şekilde gelişen karşı kültürel hareketler bağlamında değerlendirmek ve özellikle bir yeni-romantizm ideolojisi olarak da niteleyebileceğimiz dönemin ortak ruhuyla ilişkilendirmek yerinde olur. Zaten geriye doğru baktığımızda anlatımcı kodlarla örülü olduğunu duyumsadığımız bu gösterimin, tüm kavramsal önermelerine karşın, tepkisel eylemlere özgü bir duygusallığı içinde barındırdığını görmek mümkündür.

Yine de Beuys; bu çelişkili yapılanmayla güç-şiddet ilişkilerini ilkel düzen ve normlar katında anlamsız kılan bir gösterim arayışındadır. İnsan kaynaklı şiddeti onursuzlaştırmaya, saf ve çıplak hayatın masum ayrıcalığını ısrarla vurgulamaya çalıştığı oranda, riskli ve tuhaf deneylerle kendini merkezde tutan bir anlayışı savunduğu görülmektedir. Aynı ortamda yaban hayattan getirilen bir kurtla uzun süre birlikte kalmayı başarması; uzlaşma önerilerini doğal hayatın demokratik, dengeleyici ve birleştirici gücünde araması eylemlerindeki kararlılığı göstermektedir.

Öte yandan, bir iç-deneyimin ürünü gibi duran bu performanslar; estetik belirleyicilerin hayli uzağında, doğal akışı içinde biçimlenen bir işleyişe sahiptir. Neredeyse pek çok uygulamada yaratıcı sürecin öngörülen seyirde gerçekleşmediğini, bağımsızlaşarak kendini mesaja düğümlenen sabitlenmiş bir sonuca, hazır yapıma (fotoğraf, film ya da video kayıtlarına) adadığını görmek gerekir. Tekrarı mümkün olmayan bu eylemlerin, hem hedef hem de sonuç bağlamında karmaşık bir belirlenim içinde yapılanması, sanat yapıtının bütünselliği tartışmasını zaafa uğratabilmektedir.

enstalatif alanda beliren nesne ve temsil ilişkisi

Joseph Beuys, enstalasyon ile performanslarında absurd görünen davranış ve uygulamalarıyla, izleyici katılımını veya tepkilerini sürecin belirleyicisi olarak gören, seçilmiş nesne üzerinden işleyen bir temsil/çağrışım ilişkisinin peşinde gibidir. Bu süreçte özellikle bazı nesneleri simgesel bağlama çekerek eylemsel pratiğin önemli bir parçası haline getirir. Keçe şapka, avcı yeleği ve baston gibi nesneleri; baştan beri simgesel sunumun ve malûm hikâyenin gösterenleri olarak; beden, kimlik ve temsil ilişkisinin kodlanmış temel unsurları olarak kullanır. Nesnenin temsil değerini kıran bu uygulama, özel bir anlamı inşa etme, nesneyi yeni bir bağlama dahil ederek yabancılaştırılmış bir duruma taşıma çabasıdır. Burada, (fetişleşen) nesne; anlatının zamana, tarihsel ve trajik olana dair tasarımını zihinlerde kolayca tesis etmektedir çünkü…

Enstalasyon uygulamalarında kurulan dil ve mantık bağlantıları ya da bütünlüğü bu yüzden çok önemlidir. Enstalasyon, kurmaca bir mekânda yeni bir estetik durum oluşturma pratiği olarak; düşünsel olanın gösterim olanaklarını geliştirmiş, epik ve dinamik bir sahne fikrini iyice güçlendirmiştir. O yüzden, herbiri fazlasıyla entelektüel bir içerime sahip olan bu uygulama ve eylemlerin, aynı zamanda Beuys’a teğellenmiş ve yedekte duran içeriği, anlatımcı bir niteliğe büründürmesi kaçınılmazdır. Daha çok psikolojik nedenlerle yakın geçmişe ait travmalara atıf yapan bu söylemin, aşırılaşan grotesk bir dili inşa etmesine rağmen; barındırdığı yenilikçi arayışı güdüleyen ideolojik itirazlara dönüştüğü ortadadır. 

Tam da bu evrilme sürecinin karşılığı olarak üretilen sosyal heykel, dünyayı biçimlendirme yaklaşımımız üzerine üretilen bir durum ya da kavramdır. İnsanı ve sanatı, içinde yaşadığımız dünyayı yeniden düzenleme isteğine, arzusuna işaret etmektedir. Dolayısıyla sanatçının “Her İnsan Sanatçıdır” önermesi de aslında bu değişim girişiminin özünde saklı duran enerjik gücü ifade etmek için sarfedilmiştir. Böylelikle insanın çevreyi değiştirme potansiyeline vurgu yapan Beuys, aynı şekilde sanatın iyileştirici, uzlaştırıcı ve dengeleyici işlevine olan inancını da ifade etmektedir.

Sonuç Yerine

Doğal olarak genişletilmiş sanat tanımı uyarınca örgütlenmiş bu yerleştirmeleri ve performatif deneyleri; Beuys’un kendiyle olan ilişkisinin ironik yönünün törensel temsili olarak algılamak mümkündür. Bu temsil, sanatçının bakışına siyasal düzlemde temas eden ve/fakat mistik yönünü canlı tutan aşırılıklarla ilgilidir. Belki bu yüzden sanatçının suretinin, dönemsel psikolojiyi ve patalojiyi doğrudan yansıtan bir ifadeyle kaplı olması, bu travma ve gerçekliğin taşıyıcı ikonu gibi görünmesi yeterince manidardır.

Geldiğimiz noktada, Beuys imgesi sanatta yaşanan bir devrime, değişime işaret eder. Beuys sanatı, felsefe ve reel politik üzerinden gelen bilgi desteğiyle güncel sorunların belirlediği geniş bir kavramsal aralığa yerleştirir. Ancak, yeterince güvenceli sayılmayan bu ara bölgede, mevcut estetik değerleri yadsıyan, dil ve anlatım teamüllerine itibar etmeyen radikal eğilimleri içinde barındıran ve ilgi gören bir hareketi geliştirmiştir. Anlamın mutlak iktidarını her durumda koruyan bu yaklaşım; sanatı, aynı zamanda bir tasarım hadisesi olarak kavrayan konjonktürel bir iradenin ürünüdür.


Mümtaz Sağlam, Copyright © 2022, Tüm hakları saklıdır. / All Rights Reserved.

ayrıca bakınız: https://saglamart.com/beuys-psiko-ideolojik-bir-temsili-nesneyle-kodlamak