güncellenen tcmb sanat koleksiyonu: kavramsallaşan özne, zaman ve mekân

MÜMTAZ SAGLAM

Yenilenen ve güncellenen TCMB Sanat koleksiyonu, aslında izleri hala devam eden etkin bir dönemi, görsel kültür ve bellek açısından daha doğru tanımlayabilecek olanaklar ve referanslar sunulmaktadır izleyiciye. 1970’li yıllarda hızla yaşanan bireyselleşme eğilimine rağmen ciddi açmazlarla yüz yüze gelen sanat algısı; 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle birlikte içerik ve biçim düzeyinde yaşanan travmatik dönüşümün sert ve radikal izlerine maruz kalmıştır. Adeta kendini yeniden konumlandırma durumunda kalan Türk sanatçısı, dünya sanatındaki postmodern kırılmanın göstergeleriyle de uyuşan, yeni değerlendirmelere fırsat yaratan verimli bir alanda kendini bulmuştur.”



Güncellenen TCMB sanat koleksiyonunda üç yapıtı bulunan Kemal Önsoy’un, açıkça bir boyasal oluş sürecine dayalı ve/fakat bir o kadar da bu sürecin izlerini tahrip etmeye adanmış resimleri, açık bir bellek/zaman ilişkisizliğinin görkemli yüzeyleri olarak tanımlanabilir. Kemal Önsoy, İsimsiz, (Ayrıntı), 1988, Tuval Üzerine Karışık Teknik, 130×148 cm. Ayrıca bakınız: https://sanalmuze.tcmb.gov.tr/

kavramsallaşan özne, zaman ve mekân

1980’li yıllar, dünya sanatında radikal dönüşümlerin yaşandığı ilginç bir evreye tekabül eder. Kavramsal ve Minimal yaklaşımların etkisinde giderek düşünce temelli üretim dinamiklerine yöelen plastik sanatlar alanı, büyük ölçüde Pop Art, kısmen de Soyut-Dışvurumculuk hareketiyle bağlantılı pek çok yenileşme hamlesine sahne olur.

Toplumsal ve külturel hayatın bir takım kavram ve değer yargıları peşinde yeniden tanımlandığı bu evrede, sanatın boyasal resim geleneğine atıflı ve özne merkezli ifade olasılıklarına öncelik vermesi neredeyse kaçınılmaz hale gelir. Bu bağlamda Yeni-Dışavurumcu yaklaşımın farklı coğrafyalarda etkili ve güçlü bir üretim düşüncesi olarak benimsenmesi dikkat çekicidir. Dahası bu dönemi en doğru tanımlayan hususlardan birisi de, yeni ve deneysel nitelikli söylem arayışlarıyle, geleneksele atıflı  ilgilerin aynı anda birbirini dengeleyen bir şekilde, üretimi güdüleyen gerekçelere dönüşmüş olamasıdır. Bu da doğal olarak çeşitlilik içeren, tezatlarla dolu, renkli ve dinamik bir görüntüyü karşımıza çıkarır.

Özgün nitelikli resim düşüncesine bağlı arayışların; toplumsal, siyasal ve kültürel bağlantıları salt bir üslûp meselesi boyutunda algılamayıp, yeni ve özgün olana yönelmesi durumu, aslında bir bilinç yenilenmesi olarak 1980’li yıllarda Türk sanatında da gündeme gelir. Çünkü bu tarihlendirmenin hemen öncesinde soyut ve soyutlama arayışlarının yerel dinamiklerle biçimsel düzeydeki kısıtli ilişkisini yeterli bulan bir algının egemenliği hissedilmektedir. Sorunu çözümleme ve yorumlama düzeyinde özellikle d Grubu’ndan itibaren taşınıp gelen bazı sıkıntıların ancak  1960’lı ve 70’li yıllar arasındaki değişim ve bireyselleşme çabalarıyla aşılabildiği unutulmamalıdır. Ve fakat 1970’li yıllarda hızla yaşanan bireyselleşme eğilimine rağmen ciddi açmazlarla yüz yüze gelen sanat algısı; 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle birlikte içerik ve biçim düzeyinde yaşanan travmatik dönüşümün sert ve radikal izlerine maruz kalmıştır. Adeta kendini yeniden konumlandırma durumunda kalan Türk sanatçısı, dünya sanatındaki postmodern kırılmanın göstergeleriyle de uyuşan, yeni değerlendirmelere fırsat yaratan verimli bir alanda kendini bulmuştur.

Bu kapsamda dönemsel koşullar itibariyle düşünüldüğünde Mehmet Güleryüz’ün ya da Komet’in eleştirel nitelikli psiko-patalojik göndermeleri, Ömer Uluç’un öncelik kazanan totemleri, anlamsız imge noktasındaki ısrarı, Erol Akyavaş’ın inanç sorununu farklı perspektiften yorumlayan derinlikli görsel önerileri, Bedri Baykam cüretli boyasal tepkilerinin bir anda ne kadar önemli ve öncelikli hale geldikleri görülür. Çünkü 1980’li yıllar; boyasal resim geleneği adına yaşanan kopuşların yeniden inşa edildiği, içine dönen sanatçı ruhsallıklarını görselleştiren ero-psişik söylemlerin etkin bir duruma geldiği, renkli ve çoşkulu bir yenilenme iradesini düpedüz öne çekmiştir. Söz konusu değişimin aktörlerinin hızla genç tavırlardan ve daha yeni isimlerden seçilmesi, sanat gündeminin ısrarla gençlere odaklanması da ayrıca ilginçtir.


yenilenen ve güncellenen tcmb sanat koleksiyonu

Çağdaş Türk Plastik Sanatlarının oluşma ve gelişme süreçlerine ait çok sayıda değerli sanat yapıtına sahip bulunan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, son dönemde yaptığı yeni alımlarla sanat koleksiyonu güncellemekte ve yenilemektedir. Bu kapsamda öncelikli olarak 1970’li yıllardan günümüze gelen süreçte, sözünü ettiğimiz değişim olgusunu tanımlayan sanatçıların yeni resimleriyle, dönemsel bakışı ve gelişimi görsel dil üzerinden okunur kılmaya çalışmıştır.

Keza; özgün bir resim dili yaratma bağlamında gelenekle ve çağdaş gelişmelerle bağlantılı sentez arayışlarının nasıl gerçekleştiği sorusu da bu şekilde yanıtlanmaktadır. Örnekse; Devrim Erbil’in son soyut düzenlemeleri 1970’li yıllardan itibaren yaşanan algı değişiminin niteliğine doğrudan işaret eder. Nakışresim üzerinden kurulan çizgi estetiği ve ritmiyle alâkalı bu yorum özgürlüğüne dikkat çektiğimizde kavrayış ve bilinç yenilenmesi adına yaşadığımız gelişmenin farkına varırız. Genelde dil ve söylem arayışlarına hapsolan bir sanat ortamının bu ölçüde kendini öteleyen bir yenileşme denemiyine cüret etmesi bile aslında başlı başına bir olaydır. Benzer şekilde Özdemir Altan’ın soyut-dışavurumcu niteliği baskın hale gelen düzenlemeleri, değişimden ve yeninin üretiminden bahsederken gözardı ettiğimiz risklerin gerçekliğini hep yüzümüze vurur. Altan’ın soyağacı çeşitlemeleri bu bakımdan Türk sanatında 1980’li yıllara etki eden koşullara direncin açık ve net göstergeleri olarak da anlamlıdır ayrıca… Sözünü ettiğimiz dönemde yaşanan içe-dönüşe dair ruhsallığın tipik yansımlarını ortaya koyan Adem Genç’in yapıtları, yine güncel olana yönelik tepkilerin yoğunlaştığı düşünsel ve psişik kavramların peşinde dizgeleşen ifade olasılıkları olarak dikkati çeker. Adem Genç ısrarla, kozmik boşluklar yaratarak amorf kütlelerin ilişki/sizliği üzerine kurgulanan iç enerjisi yüksek soyut düzenlemeler yapmaktadır. Geniş anlamda yaşamı niteleyen bu kütlesel varlıklar, dar anlamda ise özne gerçekliğine dair kurulan bir estetiği açımlar gibidir. Bu estetik tavıra yön veren karşıtlıklardan türeyen gerilim ve şiddet olgusu, sahici bir algı ve yorum ayrıcalığının görkemli örnekleri olarak Türk sanatındaki yerini alır.

Yine; 1980’li yılların izini ve tematik bağlantılarını koruyarak resim düşüncesini sağlamlaştıran Yusuf Taktak’ta (ilk kez sergilenen ve koleksiyona yeni kazandırılan bu resimlerinde), kent düşüncesi üzerinden gerçekleşen bireysel bir tarih yazımının peşinde gibidir. Bu anlatılarda sürekli olarak İstanbul’u taşıyıcı mekân haline getiren sanatçı; dikilitaş imgesini sık tekrar ve soyut indirgemeler vasıtasıyla bisiklet gibi öznel imgelerle buluşturarak, boyaresim alanını simgesel bir tasvir gereğince biçimlemek ister. Ürettiği soyut kompozisyonlarla, s/imge düzenini oluşturan formlar üzerinden ilginç ve öznel bir sentezi her defasında kurmayı dener. Bu noktada boyaresim anlayışını klasik betimleme usüllerine daha bağlı kalarak aşmayı düşünen Aydın Ayan da, güncel’den dinamiğini alarak resmin etik ve estetik niteliğini sorgulayan esaslı bir çıkışa sırtını dayar. Görüntü sorunsalının anlamına yönelik sorgulamayı öne çıkaran bir anlayışa doğru kayan resim tavrına yön veren eklektik kurgular dikkati çeker. Yani resme odak teşkil eden imge’nin yeni bir ortamda kendini türetmesi olgusu, oyunsu hazların ötesinde ve yinelemeye dayalı estetiğin bir sorunu olarak algılanmıştır. Temelinde bir yanılsama olan ve temsilin nesnesi durumundaki yansımış görüntü aracılığıyla resmin, kavram ve anlam boyutundaki niteliği irdelemek ister. Nitekim (sergideki iki yapıtta), merkezi panonun (ölüdoğanın) içerdiği seçilmiş nesnelerin düz ve çağrışımlı anlamlarıyla  tesis edilen , ancak bunu tuval resminin fiziki olanaklarını zorlayarak kotarmaya çalışan bir irade yenilenmesi söz konusudur. Figür kökenli soyutlamalarıyla öne çıkan Mustafa Ata ise, süreklilik arz eden fırça izleriyle kurulmuş, tek renkten oluşan zeminler üzerinde figüratif yapıların karşıtlık içeren gerilimli ilişkilerini resmeder. Dinamik karakterli dışavurumcu bir etkinin peşindedir. Daha çok bireysel varoluş sorunu üzerinden odaklanan çalışmalarında Ata’nın kimlik ve cinsiyet tartışmalarına da denk düşen bir nihilist tavır içinde olduğu sezinlenir. Söz konusu sürece “kadın” algısı ve tartışmaları üzerinden yaklaşan ve adınlık durumuna odaklanan sosyal ve kültürel bir içeriği öncelikli hale getiren Tomur Atagök de; boyaresim tutkusunu malzeme deneyleriyle zenginleştiren özgün bir yaklaşımı örnekler.

Güncellenen TCMB sanat koleksiyonu ile, aslında izleri hala devam eden etkin bir dönemi, görsel kültür ve bellek açısından daha doğru tanımlayabilecek olanaklar ve referanslar sunulmaktadır izleyiciye.

Ayrıca bakınız: https://saglamart.com/cumhuriyet-modernizmi-resim-kimlik-ve-bellek


ayrıca bakınız: https://sanalmuze.tcmb.gov.tr/