Türkiye 2000'li Yıllar

ramazan bayrakoğlu: anna/hazzın pornografisi

GÜLAY YAŞAYANLAR

Ramazan Bayrakoğlu burada, bir yandan “çıplak” imgesinin nasıl dönüştürülebileceğine diğer yandan da beden imgesinin nasıl içselleştirilip kolektif bir algıya evrileceğine dair ipuçlarını sunmaktadır. Bunu temin ederken de resmindeki her birim alan, dilsel yapıya nüfûz ederek yeni “haz sığınakları” yaratmakta, dönüşen beden imgesinin cinselliğini farklı bir yöntemle kayıt altına almaktadır.”



Ramazan Bayrakoğlu, “Anna”, 2010, Karışık Malzeme Uygulama.

Ramazan Bayrakoğlu’nun pornografik portreler serisindeki en etkili işlerinden biri olan “Anna” da, hem şehvetli olma ihtiyacı, hem de bir “oynaşma” arayışı, üretilen metinleri yeni arayışlara sürükler. Dahası, burada ikonlaşan görüntünün, masum, ahlakî ya da erotik bir haritalama yoluyla nasıl bir temsil ağı yarattığı konusunda tüm varsayımlar devrededir. Hafızalarda yer eden bu portrenin aşırı gerçekçiliği, algılarımızı bir süre geçersiz kılar. Zaman dışı bir boşlukta var olan bu portre-görüntü, karşısındakileri kendi algı aralıklarında yeniden konumlandırır. Söz konusu gerçekçilik, gözü bağlayan bir görüntü fetişizmine yol açmıştır artık…

Burada mikro alanları inşa ederek oluşturulan resim, iflâh olmaz bir disiplinle örtüşerek yeni kutsanmış yüzeyler yaratır. Portreden yansıyan tensel dokunma hissi, gerçeklik bulgusunun ölçülebilir bir görüntüsü haline gelir. Sözgelimi saç tellerinde kristalleşen kıvrımlar, bakışlardan sızan cinselliğin göstergesine dönüşür. Aynı şekilde ten dokusunu bütünleyen bedensel çekim, portreye sinen gizemli cinselliğin şiddetini artırır. Hakiki olan bir görüntüyle uğraşmak, gerçekliği bulandıran bir eylemle ona daha da yaklaşmaktır belki de… Ya da; tinsel düzeyde bedeni görünür kılabilmek, fetişist gerçekliğin öte boyutunu keşfetmekle; portreyi şimdi ve buradaki zaman dilimine yerleştirmeyle alâkalı bir durumdur. Böyle bir iç görüde, portreyle karşılaşıldığında gerçekleşen travmatik temas, narin bir titreşimle tüm boşluğu kaplar. Grileşen bu boyut, giderek resmi saran anarşik bir melankoli yaratır.

Portrede parça-bütün ilişkisinin yarattığı akışkan kurgu ile belirli ölçüde tasarlanabilir hale gelen romantizmin, figürü merkeze konumlayarak, ortak bilinçdışının yenilenen bir suretiyle bizi karşı karşıya getirir. Bu psişik örgü, seyredenin de iç gerçekliğine sarkarak, kadının üstlendiği mizansene hizmet eder. Gerçekliğin iktidarı, erotik materyalleri parça parça birbirine tuttururken yeni pozların çağrışımı zihinde hızla akmaya devam eder. Anna’da portre formatına uygun bir şekilde tesis edilen düzende, birim alanların konumlanışı tümüyle şifreler halinde saptanmış olsa da, erotik niteliğiyle var olan ve gerilim vaadinde bulunan bir bakışla yüzleşiriz. Dolayısıyla bu duyarlı puzzle coğrafyası”nda gerçekleşen “hâkikî” görüntü, masum bir kahramanın yol açtığı “psişik bir muharebe ya da itiraf alanıdır” adeta.

Bayrakoğlu burada bir yandan “çıplak” imgesinin nasıl dönüştürülebileceğine, diğer yandan da beden imgesinin nasıl içselleştirilip kolektif bir algıya evrileceğine dair ipuçlarını sunmaktadır. Bunu temin ederken de resmindeki her birim alan, dilsel yapıya nüfûz ederek yeni “haz sığınakları” yaratmakta, dönüşen beden imgesinin cinselliğini farklı bir yöntemle kayıt altına almaktadır.

bakışa odaklanan cinsiyetçi söylem

Bayrakoğlu’nun Anna’da çarpıcı bir görsellikle sunduğu görüntü örnekçesi, sanki maddileştikçe kadının erotik temsiliyetinden sıyrılmayı, cinsellik ve arzudan bağımsız bir okumayı öngörür gibidir. Ancak yine de ortak tasavvurlara yönelen bir akışa ortam sağlayarak, estetik bağlamda haz ile ilişkili özel anlatılar üretmemize izin verir. Böylece bir bakıma pornografikleşen imgenin tanıdık doğası, anonim bir karakter oluşturmada esas rolü ifşa etmeye eğilimli hale gelir. Artık, nesneleşen portre’nin cinsel çağrışımlara hazır görüntüsü, düz bir anlamın tuzağındadır hiç şüphesiz. Deyim yerindeyse bir arzu nesnesine dönüşen portrenin, kendi gerçekliğine dair izdüşümünü algılamak, cinsel kuşatılmayı hissetmekle eşdeğerdir burada. Zaten Bayrakoğlu, yarım figürle bedenin cisimleşmiş halini devre dışı bırakarak, kalan boşluğa neyi koyacağımıza dair “özel bir yapı” hayal etmemizi ister ya da bunu mümkün kılar. Dolayısıyla, biçimsel dil ile anlam ilişkilerinin uzlaşımı sonucu, pornografik görüntüden yansıyan duygular, soluksuz bir atmosfer yaratır. Oluşan gri boşlukta, cisimleşen görüntünün yarattığı tuhaf cinsel hesaplardan ya da bunların bizi ele geçirmesi olasılığından bahsetmek mümkündür.

Boyayla girişilen bu tür aşırı gerçekçi deneylerde birim yüzeylere dokunan renkler, ruhsallığın temsil edildiği yerler haline gelmiştir. Kendine özgü bir zaman ve mekânın da taşıyıcısı olan bu portrede fetişleşen görüntü, yeni içe bakış ve/veya tahayyül deneyimlerinin de bir tezahürünü sunmaktadır. Son kertede görüntüyü kuşatan bu imge düzeninde sıra dışı unsurların peşinden giden Ramazan Bayrakoğlu, resimlerinden taşan duygu pozları ile gerçekçi etkinin iktidarını sorgulamaya devam etmektedir. Belki de sürekli kıldığı estetik kaygının, hem tereddütlü hem de tehditkâr bir rol üstlenerek işin kavramsal niteliğini pekiştirdiğini; bunun da görsel iktidarın esas belirleyeni konumunda olduğunu söylemektedir.


Bkz. Sanat Dünyamız, Sayı: 130, Eylül – Ekim 2012.

[1] Bkz. Timothy Bewes, Şeyleşme / Geç Kapitalizmde Endişe, Çeviren: Deniz Soysal, Metis Yayınları, İstanbul, 2008, sf.19.

ayrıca bakınız. https://saglamart.com/ramazan-bayrakoglu-ortak-bellegi-sarsan-bomba