ömer uluç resminde heykelsi formlar
MÜMTAZ SAĞLAM /
Ömer Uluç’ta resim; yepyeni tasarım olasılıklarının karşılığı olarak halden hale dönüşen halat ya da hortum, karmaşanın göstereni olduğu kadar, Uluç’un fırça-boya diyaloğunda biçimlenen sürekli formun ta kendisi olmaktadır.
Ömer Uluç’un resimlerinde gerçekçi bir figür yorumundan bahsedilemez. Son sergilerinde artık iyice belirginleşen düzenleme eğilimi ve hazır nesne tercihi de göz önüne alınınca sorunun iyice farklılaştığı görülür. Soyutlama eğilimli bu resim yaklaşımında “nesne”, hem kendi için, hem kendi başına ve hem de resim için, görsel bir metafor olarak tüm cisimsel haliyle ortadadır. Bu evrede Uluç’un betimleme düzeyindeki “gerçekçi” boyutu sorunsallaştırmak yerine, tekil yapılarla resmi kuşatan bu minimal kompozisyon anlayışının nesne yorumunu; yapısal bütünlük açısından değerlendirmek yerinde olur.
Aslında, resim düzeninde birbirini iten ve gerilimi sağlama adına resmin dışına doğru konuşlanan form ya da figürün, giderek resmin dışında kalması kaçınılmaz duruma gelmiştir. Ömer Uluç’un 1990’lı yılların sonunda resme resmin dışını katma girişimi, tuval dışına itilen figürün (yapıntının) fiziksel gerçekliğini resme katarak oluşturduğu ve (gerçek olduğu için) gerçekçi duran rölyefsi etki, bu gelişmenin ara evresidir hiç şüphesiz. Özellikle kare formatlı tuvallerin köşelerinden aşan bu yapıntılar, resmi niceliksel açısından da bir olasılıklar tartışması alanına çekmektedir. Son aşamada ise; pleksiglas ve polyester gibi yeni malzemelerle ve halat, hortum ya da metal borular ile elde edilmiş heykelsi durum ve duruşların, Ömer Uluç’un resim tavrını zenginleştiren görsel katkılara dönüştüğü ortadadır.
Ne var ki, üç-boyutlu tasarımlar ve halatsı heykel deneyimleri, Uluç’un resim serüveninde ilk anda gözü tırmalayan hamleler olarak görülebilir. Yadırgamaya hazır olduğumuz bu yenilikler, gecikmeden doğallaşıp, onayladığımız bir duruma dönüşürler. Bu arada, Uluç’un bir yapısal unsur olarak halat ya da hortum’a duyduğu ilgi, 17 Ağustos depreminin yarattığı yıkıntıya atıflı kara-estetikle alâkalı durumdur öncelikle. Yepyeni tasarım olasılıklarının karşılığı olarak halden hale dönüşen hortum, karmaşanın göstereni olduğu kadar, Uluç’un fırça-boya diyaloğunda biçimlenen sürekli formun ta kendisi olmaktadır. Çoğu kez resim yüzeyinde iki ya da üç boyutlu etkilerin çatışmalı ilişkisinde piktural sürece sahne olan bir zemine dönüşür. Uluç’un bu evrede kırılan/azalan renk şiddeti nötr etkilere bırakır yerini. Renksiz bir uzam, silik ve saydam etkiler, trajik ve dramatik bir atmosferi kaçınılmaz kılmaktadır.
Bu doğrultuda hareketini sürdüren Uluç, imge ile formun inşası ve kendiliği arasındaki kıyaslamayı aynı resimde yapmaktadır. Buna benzer bir deney, Frank Stella’da karşımıza çıkar. Stella’da, yeni bir resim yüzeyi anlamında nesnesine dönüşen yapıntı burada amacın yani hedeflenen form düşüncesinin bir bakıma kendisi olur. Benzer düşünceden hareketle Ömer Uluç, karmaşık bir yumak şekline zorladığı ip-halat ya da hortumun biçimsel etkisini boyayla artırmayı düşünür. İp-halat ya da hortum, hazır nesne mi; yoksa işlenmiş ve müdahale görmüş bir nesne midir? Hepsi ya da hiçbiri de olabilen bu tercih esasta, resme ulanmış, resmin geleneksel sınırlarını zorlayan bir katkıdır. Bu deneylerle sanatın malzemesi konusundaki özgürlüğünü de onaylatan Ömer Uluç, ilk aşamada yadırganan halat ya da hortum’un, resim serüveninde ne kadar da uygun ve doğru seçilmiş unsurlar olduğunu, bir kez daha gözler önüne serer adeta…
Böylece, tuval resminde yüzeyin boyasal olanaklarını tartışarak bir dizi gelişmeye ulaşıyor Ömer Uluç: Öncelikle, bir “oluş” esprisini, bir dönem için dinamizm unsuru haline getiriyor. Tüm cüret ve cesaretiyle deney sürecine dönüştürüyor yaratma evresini. Öyle ki; üçüncü boyutla ilişkilendirilmiş görsel katkılar, yüzey-hacim sorunsalı çerçevesinde farklı görsel değerleri devreye sokmakta gecikmiyor. Dokunsal’a ithafen konuşlanan ve tasarımı bütünleyen heykelsi formlar, yepyeni bir üslûp evresinin karakterini tüm görkemiyle öne çıkarıyor.
ayrıca bknz. https://saglamart.com/omer-uluc