gizli, geçici, sahte / 1: derin ve ironik bir boyutta kaybolmanın cazibesi

GÜLAY YAŞAYANLAR

“Gizli, Geçici, Sahte sergisinde iyice belirginlik kazanan bu tür ifade arayışları, özellikle üreticisi açısından bir başkaldırı niteliği taşımakta ve şimdiyi dizayn etmektedir. Sözgelimi, Karanlık Alan nitelemesi, doğrudan karamsar bir tasavvurun; dahası genel bir olumsuzlama eyleminin teyidi olup, post-romantik ve travmatik gerekçelerle kurulu bir mekân yaratma deneyiminin örneği olarak karşımıza çıkarılmaktadır. Hayal gücü başta olmak üzere; bedensel ve duyusal hazlarla iç içe geçen bu söylem biçimini; zaman ve mekânla girişilen bir düşünsel performans olarak da nitelemek yerinde olur.”


Gizem Akkoyunoğlu, “Defter #2”, Karışık Teknik Uygulama, 19×14 cm, 2016.

Öznenin giderek yok olduğu post-kapitalist süreçte şekillenen yeni üretim deneyimleri, cesaretli göründüğü ölçüde hazcı bir sorgulamanın manifestosu niteliğini de taşımaktadır. Bu çalışmalarda, daha çok deneysel mahiyette bölünmüş görüntü parçalarından oluşan ritmik bir düzen ve mekânın sesini duyuran bir hassasiyet söz konusudur. Böylece; mekâna yayılan sessizlik, aslında her inşa deneyiminin aradığı histerik olanla buluşma deneyimi’ni kolaylaştırır ve etkili hale getirir. Bu esnada öne çıkan ve entelektüel hazlarla biçimlenen eleştirel bir dili kurma çabasını ise, belki de bu parçalı heterotopik yapılara eşlik eden bir temsiliyetin gerekçesi olarak görebiliriz. Çünkü bu temsilde; gerçeğin, düşünce ve duyguların düzensiz bir akışla gündelik hayatın çatlaklarında ürettiği bir melezlik durumu söz konusudur. Böylece, sanatın dışlanabildiği, insana dokunan şeylerin biriktiği anlarda kırılgan ama deneysel bir söylem ile acayip, eğreti ve tuhaf olanı dengeleyen yeni bir estetiği keşfetmek mümkündür. Mekâna sinen sessizliğin hüküm sürdüğü, renklerin yok olduğu, ritimlerin aksadığı bu muğlak üretim ortamında, özellikle travmalı coğrafyalarda kolayca hissedilen yeni görsel dil arayışlarının şimdiki zamanın ruhuna denk düştüğünü görmekte gecikmeyiz.

Bu tür ara dönemlerde, kendini ele vermeyen, masum, basit ve dolayımsız görünen işleri üretmek, sakıncalı bir sessizliğin psişik potansiyeline işaret eder. Özellikle arzu duyulan içsel yoğunluklara öncelik vermek, aslında ero-psişik bağlantıları merkeze alırken; kimliğin farklı bildirimlerini de açığa çıkarır. Gündelik hayat ve siyasetle ilişkiselliğe muhtaç bir üretim sürecinden bahsedilmektedir burada.

İlişkisel düzlemde kurgulanan düş ürünü öyküler, aslında vaad edilemeyen bir umudun göstergesi, boşlukla özdeşleşen bir tahribatın sonuçları gibidir. Zaten apaçık görünen şeylerin üstüne istiflenen genel bir kuşku ve tedirginlik hali, tüm hakikatleri bulandırmakta, zaman-mekân deneyimlerimizi alt üst etmektedir. Bir yandan geçmişimizi ve masumiyetimizi tahliye ederken, diğer yandan öne çıkan sinizm ve muğlaklık, düzenin yeni tutkuları olarak ironik bir biçimde bizi meşgul etmeye başlamaktadır.

gizili, geçici, sahte ile örneklenen düşsel bir başkaldırı hali

Bu duruma bir özneleşme süreci olarak bakıldığında duygu deneyimleriyle içselleştirilen düşüncelerin boyutlandığı biyo-politik bir öteki alan tasavvuru çıkar karşımıza. Öteki alan tasavvuru gerçekte; duygulanımını en saf haliyle yakalama, bilinçdışının karanlık derinliklerine ulaşma girişimidir. Bu aynı zamanda yaratıcı bir zihinsel eylem, olay örgüsünü şimdi’nin çemberinden geçiren muğlak bir gelecek öngörüsüdür. Belki de belirsiz bir ihlâl girişimi; aksayarak kendini ele veren bir eylem hali, bir özgürleşme arayışıdır. Ya da, sürekli kılık değiştiren, ama aslında benliği bütünleyen, mahrem bir alanda sadakat içeren düşsel bir başkaldırıdır. Yaşamakta olduğumuz ya da maruz bırakıldığımız baskılanma anlarında, duyduğumuz pek çok ürpertinin, gerilimli beklentilerin esas nedenidir.

Yaşama dair tanıklıkları içeren anlatıların, kendini konumladırdığı yer, işte bu bulanık içsel deneyimin ta kendisi olmaktadır. Sapma gösteren ve hırçınlaşan duygu yoğunlukları, estetik olamayanı tamamlayan; bir bakıma sanatı sınırlayan alanı zorlayan; şizo-analitik bir irdelemeyle minör farklılıklara ulaşmayı denemektedir sanki… Sükûnet ve samimiyet arasındaki mesafede gelişen gergin, baştan çıkartıcı ve gizemli senaryolar, çoklu sanatsal üretimin esas dinamiğini oluşturur. Tam da bu noktada, öne çıkan şizoid görüntüler; hayal gücüyle de pekişen ve aslında umudun varlığını duyumsatan çelişik ama güçlü vurguları barındırır.

Artık bir muamma haline gelen gerçekler; hatta öfkeli bir tevekküle yaslanan duygulanımlar ise her an bilinçdışına özgü bir çatışma alanı yaratırlar. Bu uzamda ahenksizlik üzerine yapılanan ortam, hakikat muammasını farklı bir biçimde duyumsamamıza neden olur. Burası aslında içgüdü kırıntılarının üşüştüğü tuhaf bir alandır. Her zaman kabarmaya hazır, hırçın ve barbar bir potansiyele sahiptir. Kavramların ve duyumların yer değiştirdiği bu üretim dinamiğinde ele alınan tüm hakikatler aslında kurgudan ibarettir. Kurgulanan tüm şeyler de, sanki sahici olana özgü bir dilsizliğe sahiptir. Bu durum ve ortamda öfkenin, can sıkıntısının, hiçliğin ve kırık dökük zihin etkinliklerinin de dahil olduğu, delip geçici bir yığın psişik etken yaşanan muammayı (yaratıcı iradeyi geçici olarak iptal edecek düzeyde) travmatik hale getirir. Kurgunun basitleşen örgüsü ve anlatının doğrudanlığına kısmen bu iptalin bir sonucu olarak bakılabilir. Dahası bilinçli bir ahenksizlik olarak nitelediğimiz aşırılıklara doğru uzanmak, belki de aykırı ve sıra dışı ya da olgunlaşamamış olan estetik önermeyle karşı karşıya getirir bizi.

şizoid yapılarla örülen duygu topoğrafyası

Gerçekten de iyice yaygınlaşan başka (öte) dünya kurgularında, giderek anlatım biçimleri saplantılı ve sert bir hale gelebilir. Duygu deneyimleri, zamanın da yıprandığı derin ve kaotik bir boşlukta, belirsizlik içinde konumlanır. Özellikle evcilleşmiş arzuların kışkırttığı bu atmosferde başka bir yeryüzü açığa çıkacaktır. Soluk alma ihtiyacı, bu yeni gökyüzü içindir artık.

Söz konusu kaotik tasavvur, can sıkıntısı, öfke ve huzursuzluğun ayakta tuttuğu tuhaf bir narsisistik bünye tarafından kurulmaktadır. Burada gerçek (öte?) dünyada, bilinçdışına musallat olan deneyimler ve psişik bağlantılarla şekillenen yeni yaratıcı olanaklar hızla devreye sokulmaktadır. Aslında şimdi’ye dair bir umudu vaad etmeyen bu yeni dünya düzeninde, doğal olarak huzursuzluk ve içe kapanma hassasiyeti artmakta, birey ise günden güne yalnızlaşmaktadır. Sahici olan şeylere olan inancımızı sorgulatan kara düşünce (melankoli), düşsel çığlıklara dönüşen ürkütücü bir sessizlik, her yanımızı sarıp kuşatmaktadır.

Sisli ve karanlık yüzünü bu nedenle daha çok duyumsadığımız gündelik hayat düzeninde, bir yandan öfkeyi kontrol ederken, diğer yanda çelişkili arzulara yer açma kararlılığı içinde olmak da bu ironiye bulaşmak anlamına gelecektir. Korku, kaygı ve huzursuzluk gibi duygu durumsal olgular zaten eşikte beklemektedir. Sanatçı kendini ifade ederken, buradan sıyrılamayan bir dile, parçalı bir yapıya vurgu yapmaktadır ister istemez. Kastedilen dil, söz dizimlerinin karmaşıklaştığı, tonların silindiği, dolambaçlı ve imkânsız bir metin gibidir. İster istemez hiçliğin abartıldığı ve/veya kusurların ifşa edildiği; hakiki olanın ürpertisini hissettiren, psişik bağlantılara yönelen, dahası Proust’vari göstergelere doğrudan işaret eden yaratıcı bir eylemin tüm cazibesini içermektedir.


İzmir – Londra, 2017

ayrıca bakınız. https://saglamartspace.com/ulusal-sergiler