luc tuymans: hikâyeyi silerek eritmek
GÜLAY YAŞAYANLAR
Luc Tuymans’ın ilk bakışta sessiz ama muğlak bir alan yaratan tuval resimlerinin hem romantik ve hem de varoluşçu bir duyarlıkla kendi öyküsünü yeniden kurguladığını hissederiz. Resimlerin adıyla kendisi arasında oluşan yapay ve aldatıcı boyutuyla öne çıkan öyküsel bir düzlemin varlığında; gerçeklik algısına müdahale edilerek, bilinen enformasyonun bozulması ve çatışma yaratması, Tuymans estetiğinin belki de en önemli bileşenlerinden biridir.
Luc Tuymans’ın işlerindeki can alıcı gizem, kapalı ve ulaşılmaz olanın tehditkar hali, gerçeğin de tam olarak algılanamaz boyutunda ortaya çıkan bir tür “sır kodları”nın da varlığını geçerli kılar. İşaret ettiği estetik vurgular doğrultusunda, birbirine yabancılaşmış gibi duran parçaları yan yana getirerek imgeleri daha çok sosyal ve tarihsel bağlamları içinde ele alır.
Aslında, gerçeğin karmaşık ve maceralı gizlerle örülü anlam boyutu, görsel anlatımda serinkanlı ama yıkıcı olmayan bir ürpertiye dönüşür. Tuymans’ın ilk bakışta sessiz ama muğlak bir alan yaratan tuval resimlerinin hem romantik ve hem de varoluşçu bir duyarlıkla kendi öyküsünü yeniden kurguladığını hissederiz. Resimlerin adıyla kendisi arasında oluşan yapay ve aldatıcı boyutuyla öne çıkan öyküsel bir düzlemin varlığında; gerçeklik algısına müdahale edilerek, bilinen enformasyonun bozulması ve çatışkı yaratması, Tuymans estetiğinin belki de en önemli bileşenlerinden biridir.
Bir türlü anlatıl/a/mayan hikayeyi kendi içinde silerek eriten bu imgesel anlatıda, çağrışımlarla örülü “üst hikayeler”, tam bir sinematografik görüntü estetiğinde aktarılırken, sanatçının hiç de mükemmel olmayan boyama tavrıyla da, “yapıbozumcu yaklaşımla belirginleşen ironik” bir söylem söz konusudur. Kısacası bu tuval resimler, fotoğraf ya da ekran görüntüsünün soğukluğunu ve/veya travmatik kalıntılarını taşıyan bir imge düzeni oluşturmakla yükümlüdür sanki. Tuymans’ın bir çeşit bilgilerin anlamlandırılmasına yönelik yeni görsel inşaalar kurarken, imgesel estetiği şoke edici psikolojik etkilere açma gibi bir öte-deneyimin peşinde olduğunu da söylemek gerek.
Bu yaklaşımda her zaman önde tutulan hikâye’nin içinde, sanki belleklerden silinmiş bir geçmişin uyarıcı doğasına yeniden atıfta bulunularak, anıların görselliğinden oluşmuş bir katmanı yaratmak ya da hatıralara “geri dönme” gibi endişeyle karışık bir tedirginlik halinin izini süreriz. Resimlere sinen mucizevî ışığın solgun ve renkten sıyrılmış nesne ve figürlerde yarattığı dingin atmosfer, kişinin moral ve motivasyonunu sarsan, açığa çıkaramadığı bilinçdışını ifşa etmeye yarayan veriler haline gelirler. Tuymans’ta, gösterilemeyen’e ilişkin imalarda bulunmak ve gerçeği dönüştürmek, anlatıya yön veren göstergeler zincirinin esas halkalarını oluşturur. Bu süreçte; izleyicinin de kendini tekrar öyküye dahil ederek, içe dönük bir ruhsallıktan doğan hayal kırıklığıyla karşı karşıya kalması kaçınılmazdır.
“Tuymans Travması” dediğimiz şey de, zaten aşırılığın ayrışmasıyla belirginleşen saplantılı bir nevroz hali değil midir?