bir beyin molası: yenilenen tasvirin usul ve teknikleri

MÜMTAZ SAĞLAM

17. yüzyılın ilk dönemine ait bu panoramik görüntü aslında nakkaşlar düzeyinde Batılı tasvirin usul ve tekniklerinin keşfedilmiş olduğuna, İstanbul’da bulunan Batılı örneklerin veya İstanbul’da yaşayan Batılı sanatçıların yaklaşımlarının etki alanına girdiklerine işaret eder. Osmanlı minyatürünü kendi içinde soyut ve kavramsal niteliklere dayanarak bir sanat türü haline getiren şey, bu noktada artık geçerliğini yitirmeye başlamış, minyatür bu şekilde Batılı resim anlayışına evrilen bir değişim hamlesinin kaçınılmaz yazgısına boyun eğmiştir.



Anonim, Bir Beyin Molası, 1720-30 civ., Albüm minyatürü, TSM H.2148, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Koleksiyonu, İstanbul. [https://kvmgm.ktb.gov.tr/TR-55560/topkapi-sarayi-muzesi-yazma-eser-kutuphanesi.html]

18. yüzyılın ilk yarısında (1720-1730’lu yıllar) hazırlandığı bilinen ve Topkapı Sarayı Müzesi’nde H. 2148 numaralı albümde yer alan Bir Beyin Molası konulu minyatür[i], bakış derinliği içinde yapılanan resim kalitesiyle dikkatleri çeker. Nakşî’de[ii] belirginleşen görsel etkilerle ilişkili görünmesine rağmen bu resim, klâsik anlamda minyatürün temsil işlevini yitirmeye başladığını açık biçimde ifade eder. Artık karşımızdaki pitoresk bir görünümdür. Burada; doğa karşısında simgelere başvuran kurgusal dil ve inşa teknikleriyle soyut sistematik yapı anlayışı yerini gözleme, etüde, renk ve çizgi perspektifiyle basitçe yakalanan derinlik etkisine bırakmıştır. Böylece, yeni bir espas kavrayışıyla buluşan resim, izleyiciyi içinde dolaştırmakta, kademeler arası boşlukta bizi barındıran ve dolaştıran bir tasviri mümkün kılmaktadır.


bir beyin molası

Bir dere kenarında mola veren Osmanlı Beyi’ni maiyetindekilerle resmeden minyatür, aslında inanılmaz bir iç harekete ve dolaşıma sahip bulunan,  ayrıntılarla tamamlanan ve zenginleşen büyük bir kompozisyon durumundadır. Sağ önde ve ortada konumlanan Bey ve çadırı, çevreye yayılan ve yayıldıkça detay hâlini alan muhtelif görüntülerle doludur. Önden geriye ve sol üst köşeye doğru derinlemesine yönelen hareket, dereyi takip ederek ötede ve uzakta olan kırsal alanları büyük manzaranın parçası yapar. Bu kısımda yer alan kemerli taş köprü ve üzerinden atlı arabasıyla geçmekte olan köylü mizansenin gücünü yukarı çeker. Dahası bu bölgenin de gerisinde küçülen, perspektifi yerinde ağaçlı alanlar ve evler dikkate şayandır. Ön tarafta ise, yine atları tımar eden, hayvanları dolaştıran, ateş yakan, hamur yoğuran figürler konaklama anının ritüelleriyle meşgul olmaktadır. Resimdeki köprü imgesinin gerideki dağ ve tepe oluşumlarının biçimleme yaklaşımları uyarlama gücünün esas dinamiğinin ve minyatür estetiğinin Nakşî’den gelen verilerle ilişkili olduğunu gösterir.

17. yüzyılın ilk dönemine ait bu panoramik görüntü aslında nakkaşlar düzeyinde Batılı tasvirin usul ve tekniklerinin keşfedilmiş olduğuna, İstanbul’da bulunan Batılı örneklerin veya İstanbul’da yaşayan Batılı sanatçıların yaklaşımlarının etki alanına girdiklerine işaret eder. Osmanlı minyatürünü kendi içinde soyut ve kavramsal niteliklere dayanarak bir sanat türü haline getiren şey, bu noktada artık geçerliğini yitirmeye başlamış, minyatür bu şekilde Batılı resim anlayışına evrilen bir değişim hamlesinin kaçınılmaz yazgısına boyun eğmiştir.


[i] Anonim, Bir Beyin Molası, 1720-30 civ., Albüm minyatürü, TSM H.2148, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Koleksiyonu, İstanbul.

[ii] Nakşi, Sultanlara yakın konumda bir saray mensubu olan ve renkli kişiliğiyle dikkat çeken Nakşî; XVII. yüzyıl başının en önemli Osmanlı nakkaşıdır. Esas itibariyle Tercüme-i Şakâ’ikû’n-nu’mânîye’de belirginleşen biçimleme anlayışı üzerinden, tarzı ile bir dönemi etkilemiştir. Bazı araştırmacılar, pek çok kaynakta adı geçen Ahmed Nakşî ile II. Osman döneminin ressamı Nakşî’nin aynı kişi olmayabileceğini ileri sürerler. Bu konuda çalışan Tülün Değirmenci, Nakşî isminin bir mahlas olabileceğinden, ressamın yaptığı işten (nakş) dolayı bu adla anılabileceğinden bahseder. Ayrıca bu isim, Nakşibendî tarikatı mensubu olması nedeniyle de kendisine verilmiş olabilir. (Bkz. Değirmenci, 2012, sf. 316, 326.)