avni arbaş: gerçekçi bir duyarlığın izinde

MÜMTAZ SAGLAM

“Bağımsız bir pentür sanatçısı olarak gündemini ve önemini her zaman koruyan Avni Arbaş; genel bir tanımlamayla, resmin biçimsel gereksinimlerini, yüzey ve doku karakteristiklerini, dolayısıyla resmin iç-plastiğini sorunlaştıran ve estetik düzeyde sunumunu önemseyen bir yaklaşım içindedir.”



Avni Arbaş, “Kız Çocuğu”, Tuval Üzerine Yağlıboya, 94×63 cm. Özel Koleksiyon.

Figüratif resminde toplumcu gerçekçi etkileri araştıran ve gelişen politik bilinçleriyle gündelik hayata ilişkin tespitler yaparak sosyal ve siyasal eleştiriyi hedefleyen bir grup genç, 1941’de “Yeniler Grubu” adıyla öteki İstanbul’u betimleyen bir sergiyle kamuoyunun karşısına çıkarlar. Esas anlamda, d Grubu’nun sergilediği aşırı biçimci ve kentsoylu tavra karşı, vasat ve toplumcu gerçekçi duyarlığa sırtını dayayan, ortalama insanı merkeze alan “anlatımcı” bir resim anlayışını önerirler. Bu vesileyle sanatçı kimliklerini kanıtlamış bulunan genç sanatçıların bir kısmı, zamanla Paris’te yaşamayı ve çalışmayı tercih ederek, Paris sanat ortamıyla eşzamanlı bir ilişkiye girme şansını da bulurlar. Bünyelerinde taşıdıkları Cézanne etkili boyama biçimleme yaklaşımı, dış-dünyaya ait formların iki boyutlu yüzeyde ve soyut bir yapılanma içerisinde resimlenmesi sürecinde başarılı sonuçları ortaya çıkarır. Ancak, soyut ve soyutlama ağırlıklı bu yönsemeye rağmen, Yeniler hareketiyle sanat gündemine taşınan “toplumcu” sanat söylemi, figüratif resimde süreklilik gösteren bir anlatım seçeneği olarak her zaman etkili olmuştur.

Aslında toplumcu gerçekçi duyarlık, Türk Resminin genel gelişim sürecinde sanatçılarımızın bilinç niteliğinde gözlenen bir aşama olmakla beraber, yaşanan iki büyük dünya savaşına tanıklık etmenin, Kurtuluş Savaşı’nı veren bir ulusal bütünlüğün parçası olmanın yarattığı; dolayısıyla mücadele isteği ve hırsının yanı sıra (kıtlık, yokluk, fakirlik  gibi) çelişkili psiko-sosyal durumların yarattığı ruh halinden kaynaklanan, yine bize özgü bir geleneğin de uzantısı olarak görülebilir. Zamanla ülkede gerçekleşen toplumsal ve ekonomik hamleler, kentleşme ve göç olguları paralelinde yaşanan siyasal gelişmeler doğrultusunda toplumsal yapıda netleşen sınıf bilinci‘ne dayalı yeni tartışmaların öne çıkardığı, köylü, işçi ve memur gibi kategorilerin bir çeşit sınıfsal bilinçlenmenin önünü açtığı görülmektedir. Özellikle 1950’li yıllarla birlikte sanatsal üretimde süre giden toplumcu gerçekçi duyarlığa böylelikle siyasal nitelikli bir içeriğin katıldığı, bunun da belli dönemlerde içerik öncelikli bir siyasal söyleme dönüşecek denli etkin olduğunu vurgulamak gerekir. Ancak, soyut disiplinin ya da niteliğin en yalın vurgulandığı bu süreçte, yapıtı anlamlandırma çabasına bağlı dış dünya kaynaklı imge arayışı ve atıfların söz konusu edilmesi bir çelişkidir. Bu açıdan bakıldığında Türk ressamlarının soyutlama deneyimlerinin kısa sürede görüntü deformasyonuna ve imgeden hareketle yapılan bir tür re-organizasyon anlayışına dönüştüğünü görmek de yine ayrı ve bize özgü bir gelişmedir. Sözgelimi Nejat Devrim’in temelde kıyı, tekne, yelken vb. imgeleri çağrıştıran bir soyut figürasyonu temsil etmesi, ya da Hakkı Anlı’nın salt-soyut düzenekte  figür/gövde düşüncesini ısrarla gizlemesi bu tespiti doğrulayan örneklerdir.

avni arbaş: gerçekçi bir duyarlığın izinde

Yeniler kökenli olan ve söz konusu dönemin ortak eğilimleri paralelinde hareket eden Avni Arbaş (1919-2003), resmi kavramaya ve biçimlemeye ilişkin  plastik sorunları resmine taşıyan ve dolayısıyla Türk Resminin en hassas değişme dönemlerinden birine tanıklık eden sanatçıların başında gelmektedir. Paris’te geçen ilk yıllarında  ısrarla Anadolu yaşamını ve insanını betimleyen “toplumcu-gerçekçi” bir açılıma sahip resimleri üretmeye devam etmesine rağmen, 1960’lı yıllara doğru soyutlama eğilimini temel resim sorunu haline getiren peyzaj denemeleri ve nesne düzenlemeleriyle de öne çıkar. Aslında, dönemin sanatsal algı modellerine ve yaygınlaşan biçimleme yaklaşımlarına karşı mesafeli davranan Arbaş, doğayla ve yaşamla bağlantılı, ölçülü bir anlatımcı yaklaşımı koruyan “bağımsız” bir pentür sanatçısıdır. Genel bir tanımlamayla; resmin biçimsel gereksinimlerini, yüzey ve doku karakteristiklerini, dolayısıyla resmin iç-plastiğini sorunlaştıran ve estetik düzeyde bir sunumu önemseyen bir yaklaşım içindedir.

Sanat yaşamının tüm evrelerinde özgür yaklaşımlı bir boyama ve biçimleme eylemini gerçekleştiren Avni Arbaş’ın yapıtları, plastisite ön koşullu ifade sürekliliğin önemli örneklerini içerir. Açık biçimde nesneyi ve figürü resim eylemi için “araç” haline getiren yaratıcı irade, hiçbir güzelleme kaygısına yer vermeksizin, hatta aykırı bir estetik ve kavrayışla son derece etkili çalışmaları ortaya çıkarabilmektedir. Tümüyle soyuta yönelik bir alt yapı ve algılama zemini üzerinde, ayrıntıyı (dahası modeli) göz ardı eden, dinamik bir dışavuruma ya da doğaçlamaya dönük bir boyama ritüelinin duyarlı sonuçlarıyla yüzleşmek mümkündür burada….

Resim yüzeyini boyasal sürecin olgunlaştığı, biçim ve renk  ilişkilerinin en iyi biçimde kurulduğu bir aşamaya bağıntılayan Arbaş; resmi, mutlak yapısıyla bir üst-dil organizasyonu halinde sunmaktadır. Daha çok gündelik ve sıradan diyebileceğimiz görüntü tercihleriyle karşımıza çıkarak öykünün gücüyle beliren bir derinliğe ve anlam yoğunlaşmasına başvurmaz. Tam tersine, renk ve biçim algısına yön veren kendiliğinden belirginleşen yerel ve toplumsal etkilere açıktır. Tepkiselliği, aykırılığı, toplumcu ve gerçekçi duyarlığı işte tam bu noktada düğümlenir ve sahicilik kazanır. Koyu renk tonlarıyla yaratılan kasvetli ortam, figüre yansıyan (kaba) biçimsel vurguları saran sıcak renk etkileriyle Arbaş’a özgü humor’u ve ironik yorumu ayrıcalıklı kılar. Sarsıcı destansı etki bu bütünsellikten, bu sentez iradesinden türemiştir hep.

Bu yüzden figüratif yaklaşımını soyut bir algılama eşiğinde netleştiren Arbaş’ın görüntüyle hesaplaşmasını, klasik temsilin esaslarına göre değerlendirmemek gerekir. İmgeyi aşan  bir gerçeklik boyutuyla alakâlı bu yaklaşımda, kendinden  ziyade bir düşünce ya da durumu simgeleyen yapılar (atlılar, balıkçılar, çocuklar, çiçekler, çıplaklar) ortaya çıkar. Buradaki aktarım sürecinde, salt biçimsel değerler itibariyle bile çağdaş resmin gerekleriyle üst düzeyde buluştuğumuzu fark ederiz.     

Gerçekten de, Avni Arbaş’ın genel sanat tavrında kararlı bir çizgide belirginleşen; koyu tonlar ve grilerin egemen olduğu aşırı abartmalarla biçimlenen aykırı bir estetik bağlamda yapıt ürettiği görülür. Özelikle ölüdoğalarda dikkatimizi çeken bu dramatik yapılanma, tümüyle resmin plastik niteliğini ortaya çıkaran, salt resmi öneren ve gösteren bir yaklaşımdan başka bir şey değildir. Bu doğrudanlık ve kendiliğindenlik, Avni Arbaş’ın gerçekçi misyonuyla da örtüşen denklik durumunun doğal bir sonucudur aslında…


Agora, Sayı: 0000, 2003.

ayrıca bakınız: https://saglamart.com/leopold-levy