gülay yaşayanlar: erotik çağrışımlarla yüklü muğlak bir anlamın peşinde

MÜMTAZ SAĞLAM

“Israrla sanatının temel dinamik noktasına bu imge-kavramı (fallus’u) yerleştiren sanatçı, aslında çelişik algı ve gerçekliklerin görülememesiyle alâkalı pornografik bir şiddetin vurgusunu yapmaktadır. Ayrıcalıklı gözlemlerden desteğini alan bu ironik ifşaatlar, olguları nedensellik bağlamında değerlendirememeye, ara düzeylerde açığa çıkan anlamın değerini tespit edememeye yönelik bir tepkidir ya da… “



 Gülay Yaşayanlar, “İsimsiz”, Tuval Üzerine Akrilik, 2012, 175×215 cm. https://saglamartspace.com/gulay 

Gülay Yaşayanlar resminde simge olarak sunulan bazı öncelikli formlara atfettiğimiz cinsellikle bağlantılı anlam; bir kadın sanatçı eli ürünü olduğunda derinleşmekte, baştan ihtilâflı olan cinsellik algısını daha da deşmektedir sanki. Birer karakter olarak betimlenen bu imgelerin daha çok fallus’a öykünen formatı, tam da bu nedenle bazı ilişkileri ve gerekçeleri sökme girişimlerimizi çıkmaza sevk eder. Sanatçı burada okunur ve anlaşılır bir cinsellik öyküsüyle haz-nefret çelişkisiyle anlam bulan bir içeriğe yakın durmaz mesela. Karşıtını imge düzeyinde, aynı zeminde tasarlayarak eril-dişil kavramlarıyla inşa edebileceğimiz bir içeriği de yadsır hatta…

Dolayısıyla bilinçdışı yönelimle, iç mantığı olan bir tasarım çabasının ürünü olan bir teşhir; anlaşılır içeriğin ötesinde, fetiş hale gelen bir imge üzerinden erotik ve sosyolojik açılımı olan gövde inşaası söz konusudur burada… Aralıklarla belirteceğimiz üzere; görmezden gelinenler üzerine geliştirilen çelişki ve yanlışları, önyargıların katılığını, sıradan algının itici gelen basitliğini vurgulayan sıradışı bir kahraman olarak baş-gövde…

Gülay Yaşayanlar’ın baş-gövdeyi merkeze alarak, destekleyici unsurlarla zenginleştirdiği resimleri, zaten izleyende tuhaf duygular ve sorular yaratır. Sözgelimi, ifade edilmek istenen üstü kapalı bildirinin cinsellikle ilişkili görünen açık yanı, kendini ve bizi nerede konumlandırmaktadır?  Fallus tepeye yerleştirildiğinde ortaya çıkan ve bizi rahatlatan düşüncenin ero-psişik kaynağı ne olabilir? Bu etkiyi, eril unsurların egemenliğine yönelik bir özgürleşme çağrısı mı, yoksa dişil bir nefretin uzantısı ve lanetleme çabası olarak mı değerlendireceğiz? Belirsizlik ortamında kesin olan, bu dolayımda netleşecek, haz-nefret aralığında belirginleşecek olan anlamdan bile kuşku duymayı sağlayan gizemci bir tarzın bu yaklaşıma yön vermekte olduğu gerçeğidir.

Cinselliği kavramsal boyutta algılayan Gülay Yaşayanlar, üslûbunun duyarlı niteliği gereği, sosyolojik içerikle belirginleşen ve özellikle güç-denge tartışmalarıyla anlaşılabilecek bir bağlamı öne çıkarmak istemektedir. Saf bir cinsellik algısının yarattığı aura’yı bu resimlerde hissetmemiz kaçınılmazdır. Dahası, bir “masumiyet çağı cinselliği” çağrışımı da bu algının doğal bir sonucu ya da estetik uzantısıdır neredeyse. Saf ve doğal olana atıflı bu kavrayışın kırıldığı yer, bu ruhsal arınmanın ürünü olan ve mesafeli duruşa neden olan “güvensizlik” duygusudur. Gerçekten de görüntüye sinen, estetik uzamı bir korku ve tedirginlik havasıyla niteleyen bu durum tümüyle bir “sınırda olma hali”nin eseridir.

Gülay Yaşayanlar (Lacancı bir yönsemeyle); beden, arzu, korku ve boşlukla ilgili anlam aşırılıkları üzerine giden, incelikli ve özenli bir üslûpçu olarak görünür. Öncelikli metafor olarak fallus’a odaklanan ilgisi ise, yine Lacan kaynaklı bilgiden gücünü alan, libidinal sistemle alâkalı durumları simgesel ve kuramsal bir düzeyde değerlendirebilme isteğiyle açıklanabilir.



 Gülay Yaşayanlar, “İsimsiz”, Tuval Üzerine Akrilik, 2012, 175×215 cm 

tahrip ve tahrik unsuru olarak fallus    

Gülay Yaşayanlar, belirli ölçüde kanıksanmış ilke ve kuralların ötesinde, kendi aurasını yaratmaya yönelmiş farklı bir düzen anlayışının peşindedir. Ağırlıklı olarak ero-psişik düzlemin çerçevelediği bir alanda boyut kazanan; güç ve iktidar kavramlarını kısmî cinsel çağrışımlarla simgeleyen, bu şekilde toplumsal cinsiyet algısına yönelik gösterge ve anlam üreten saltçı bir imgelem karşımızdadır. Ne var ki, bu yaklaşıma yön veren erotik duyuşlar, görüntü düzeyinde okunur imgeler üzerinden görselleşmez. Tam tersine bir varsayımlar dizisi üzerine yapılanarak resmin tüm anlam evrenine egemen olur. Böylece açıkça sergilenmeden duyumsatılan erotizm, bir uzamsal boyut halinde resmi kuşatır. Tümüyle baskın, maskülen çağrışımlarla hınç ve şehvet arasında düğümlenen ruhsallığı yansıtan imgelerle bütünleşir.

Haz’dan çok tutkuyu işaret eden, toplumsal cinsiyet algısıyla özdeşleşerek bir iktidar metaforu haline gelen fallus; bu resimlerde, tehlike ile güç kavramını iktidar ortamı ve olanağı ile ilişkilendiren aşkın bir kavram ve imge olarak simgeler. Çoğu kez tek başına bir organik yapı halinde, kimi kez de ikonvari bir yapının parçası olarak resmedilir. Bir dizi-resim mantığıyla açıklanmaya çalışıldığında gölgede kalan fallus, belirleyici kavram/imge olarak karşıtını talep etmeden tek bir cinsiyetin sosyal, siyasal ve psişik temsilini yüklenerek aslında hep merkezde tutulur. Arzu nesnesine dönüşmeden, soğuk ve mesafeli kalınan bir aralıkla “kutsal” niteliklerle donatılarak (sanatçının deyimiyle) homo-erotik, tek cinsiyet algısına yönelik bir tasavvura dönüşerek gizemlenen bir imge halindedir.Dahası sanatçı; bir toplumsal yapıyı, inanca bağlı olguları, gündelik hayatı, siyaseti, sanatı dolayısıyla çok boyutlu bir ilişkiler sistemini düzene koyan bir anıt simge olarak geliştirir fallus’u. O, evrilerek nihaî şeklini tayin eden anonim bir karakterdir artık…

 Genelde grotesk bir yapılanma arz eden Gülay Yaşayanlar resminde ikincil unsur olarak öne çıkan “kabuk” ise; daha çok koruma işlevli bir imgedir. Bir yandan fallusu taşıyan ve taçlandıran bu form öte yandan dıştan yönelen tehlikelere karşı onu koruyan bir siper gibidir. Burada (sanatçı düşleminin gereğince) kendi iç enerjisiyle kabuktan sıyrılan fetiş, tepeye yükselen konum arayışıyla hayatı simgeleyen dinamik bir unsurdur. Fakat kabuk burada nedense terk edilemeyen bir kılıftır aynı zamanda. Terk edildiğinde imgesel şiddeti zayıflayacaktır. Kabuk izleği üzerinden giderek Yaşayanlar’ın resmine soktuğu bu gerilim hadisesi; doğal olarak anlatıyı çekici hale getiren ve anlam yapısını bütünleyen bir unsurdur. İçindeki varlığı hem koruyan, hem gizleyen, hem de şaşırtıcı bir efektle dışarı gönderen kabuk imgesi, can alıcı yapı unsuru olarak hep devrededir. Katlar halinde dizilen bu yapılar, içerden bir inşa girişimi olarak mizanseni tamamlayan ciddi bir savunma hattı yaratır. Kendisini basit imgelerle savunmayı ve korumayı bilen bir yalnız için kale kent’e dönüşür; içeri girmeye herkesin çekindiği…*

Daha çok “iç-nesne” kavramı üzerinden tanımlayabileceğimiz bu imgesel yapılar, bir yandan da çağrışım zenginliği sunan yer yer ironik, kimi zaman da dramatik ve olumsuz gönderimli bir dilin gösterenleri halinde netleşmektedir. Bu açıdan bakıldığında fallus’un heybeti ve görkemi adına sunulan, hazla bezenmiş zarafet dolu estetik, onun şiddet-korku ve gerilim simgesi de olabilen gerçekliği ile yaman bir çelişki içindedir. Sürekli kendini inkâr eden bir “değilleme” oyunu bu kişisel söylemin itiraf-ötesi bir konumda boyutlandığı gerçeğini açıklar bir bakıma… Yine söz konusu imgeleri betimleme çabalarının sergilenen tüm özene karşın soyut bir kapsamla sınırlı tutulmasının, korunan dil/söylem gereği olduğundan şüphe yoktur.

Toplumsal yaşama egemen olan normlara, kavramsal bir motif düzeyinde fallus’la karşılık üreten sanatçı, ayrıca bunu serbest çağrışım olanaklarını kullanarak çeşitlenen bir şekilde resimlerinde kişiselleştirmekte ve özel kılmaya çalışmaktadır.


* Bknz: Gaston Bachelard, Uzamın Poetikası, Çeviren: Alp Tümertekin, İthaki Yayınları, İstanbul, Mart   2008, sf.199.

(Sanat Dünyamız, Sayı: 116, Mayıs-Haziran 2010)

ayrıca bakınız: https://saglamart.com/gulay-yasayanlars-painting