cumhuriyet modernizmi: resim, kimlik ve bellek

MÜMTAZ SAĞLAM

Cumhuriyet modernizmi tartışmaları üzerine kurulan anlatıların; eksik, zayıf ve yetersiz bir görsellik üzerinden canlandırılmaya çalışılması; düz ve boyutsuz bir sahneleme yöntemi ile dönemsel atıfları olanaksız hale getirmesi yeterince manidardır. Kısıtlı bilgiyle, kasıtlı bir şekilde kurulan bu tür imgelemlerin, yetersiz nesne-mekân ve hayat bilgisi ile bu temsili ve dolayısıyla tarih yazımını olanaklı kılmayacağı ortadadır.



Son dönemde, özellikle cumhuriyet modernizmi tartışmaları üzerine kurulan anlatıların; eksik, zayıf ve yetersiz bir görsellik üzerinden canlandırılmaya çalışılması; düz ve boyutsuz bir sahneleme yöntemi ile dönemsel atıfları olanaksız hale getirmesi yeterince manidardır. Nurullah Berk, “Gergef İşleyen Kadın”, Tuval Üzerine Yağlıboya, 1955.

Yüzyıla yakın bir geçmiş üzerinde yapılanan Cumhuriyet rejiminin, gelişim sürecinde kendini niteleyen görsel kültürü ne şekilde tesis edebileceği meselesi, tartışmalı bir konu olarak hâlâ önümüzdedir. Görsel alanın şekilci ve boş model uyarlama çabalarıyla, yanlış ya da özentili yorumlarla meşgul edilmesi, gerçekçi bir bakışla yapılacak kimlik ve bellek tartışmalarını sürekli olarak geciktirmiştir. Özellikle plastik sanatlar alanında görsel dilin gramerini öğrenme ile bu dilin olanaklarını keşfetme sürecinin geride bırakılması başlı başına bir sorun haline gelmiştir. Bu nedenle, özgün dil ve anlatıma sahip, kültürel dokuya ilişkin tespitlere dayalı; kimlik ve köken tartışmalarına atıflı, Doğu-İslâm kültür atmosferiyle de ilişkili, hayatı içeriden gözlemleyen anlatıların ortaya çıkma tarihleri çok da eski değildir. Özgün dil ve anlatıma sahip olma durumuyla, bireyselleşme meselesinin ilişkilendirilmiş hali; sosyal ve siyasal içeriği, psişik derinliği ve gözlem sahiciliğini, bilgi ve birikimle elde edilen bazı gelenek, tarih ve kültür temelli pek çok sentezi devreye sokabilecektir.

erken cumhuriyet döneminde ivme kazanarak kültürel değişim

Cumhuriyet döneminin gelişmeci beklentilerine uyan düşünce ve davranış biçimleri hiç kuşkusuz Avrupa modernizmini temsil eden modellere atıflıdır. Plastik Sanatlar alanında cumhuriyeti de önceleyen Abdülmecit Efendi üzerinden Dolmabahçe Sarayı mekânlarında örneklenen algılama; yine öykünmeci modernist özlemleri ifade eder. Ancak Cumhuriyet modernizmi görsellik bağlamında aristokratik bir yaşam düzeyi kadar halkın kültürel bir yenilenme ile evrilmesini öneren bir değişim arayışı içindedir. Bu doğrultuda sosyalist gerçekçi bir tarz, üslûp ile görsel alanın inşası söz konusudur. Halk Mektepleri, Halkevleri, beceri kazandıran kurslar ya da okuma seferberliği gibi kurumsal çabalar kararlı bir değişim isteğini canlı tutar. Bu doğrultuda İhap Hulusi’nin afişleri, Osmanlı’dan Cumhuriyet Türkiye’sine geçişte değişimi öğütleyen bir dille yeni hayat biçimlerini hem tanıtır, hem öğretir.

Türkiye’de görsel alan, aslında bir unutma ve kopma gerçekliğinin üstüne ikâme edilmiştir. Ancak, katı ve kararlı bir red kültürüne dönüşmeyen bu algılamanın düpedüz yeniden biçimlenmeye olan istek ve inançla şekillendiği unutulmamalıdır. Plastik sanatlar alanında ise; özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren azınlıklara mensup veya yabancı ressamların çabalarıyla başlayan ve iktidar desteğini yanına alan yürümekte olan bir kurgudan söz etmek gerekir. Cumhuriyet döneminde ivme kazanarak devam eden bu hareket, savaş ortamında aktif görevler üstlenen sanatçıların belirli oranda bellek birikimlerini, hamaset içerikli bir görsellikle vermelerne yol açmıştır ki, bu durum doğal karşılanabilir. Yüzyıl başında Osmanlı kimliğini Cumhuriyet fikri ile dönüştüren Türkiyeli sanatçılar, Doğu-İslâm fikrini unutan; modernist düş ve düşüncelerle zenginleşen yeni bir misyonu içtenlikle paylaşmışlardır. Resimde Şişli Atölye’sini takip eden duygu dolu ifade ve anlatımların, Müstakiller’de belirginleşen gelişmeci ideallerle kendini dengelemesi, salt sanat fikrine yakınlaşan yörünge ve algı değişikliğini önererek sivil kopuşların önünü açması bu noktada önemlidir.

Bellek ve kültür sorunu açısından Cumhuriyet modernizminin plastik sanatlar alanında sıkıştığı, yerel ve ulusal biçim dili arayışlarına yönelmek durumunda kaldığı an ise, 1930’lu yılların ikinci yarısıyla ilişkilendirilebilir. Aşırı Batılı ve biçimci modernizmin halktan kopuk, elit bir burjuva modernizmi olarak netleşmesi mesafeli bir sanatçı profilini karşımıza çıkarır. Bu konumu örnekleyen Nurullah Berk üslûbu, bu yüzden kısa vadede Turgut Zaim, Neşet Günal ve Nuri İyem gibi sanatçıların yaklaşımı karşısında zayıf kalır ve samimi bulunmaz. Benzer şekilde geleneksel bağlantılardan, nakış duyarlığından kopuk modernist ve hamleci bir görselliğin, çözümü yine bu duyarlığa yönelerek aşmaya çalışması manidardır. Nurullah Berk, bu aşamada dramatik bir örnek olarak belirir. Kübist ve konstruktivist biçimci anlayışın kendini hasretmeye çalıştığı gergef işleyen ya da ütü yapan kadın kompozisyonları bir tasarım çabasının çaresiz önerileri olarak görünür. Bu yüzden Berk ve arkadaşlarının ulusal beklentileri formüle edecek Kübizm yorumları (mimarideki Art Deco uygulamalar ile birlikte), 1940’lı yıllarda tüm gücünü yitiren sivil ve toplumcu duyarlığın yeniden biçimlenmesi sürecinde, iktidara karşı yeni bir bellek birikimi ve kayıtlarına yönelerek, görsel alanı kışkırtıcı bir doğrudanlıkla daha yaşamsal atıflarla ifade edilen bir noktaya taşır. Ve bu aşamada daha sivil, yeni ve genç inisiyatiflerle biçimlenmiş, pisişik boyutu itibariyle daha gerçekçi bir görsel alan temsili ve oluşumu söz konusudur.


cumhuriyet modernizmi / zayıflayan bellek, unutulan görsel kültür

Bu noktada sormak gerekir: Erken Cumhuriyet Dönemi Modernizmine, siyasal iktidarın tercihleri karşısında  bocalayan bir kitlenin, bilinçdışı yönelimler sonucu kendi kişisel tarihi ve belleği ile yabancılaştığı bir süreç olarak bakılabilir mi? Özellikle görsel alan üzerinden gidildiğinde dönemi belgeleyen gündelik hayattan alınmış fotoğraflar bu çelişik bütünlüğü sergiler. Ya da, İhap Hulusi üzerinden giderek, öğretici bir dilin tasavuruyla biçimlenen yaşantı değişikliği önerileri aynı derece dramatik bir boyut ve derinlik taşır.

Sanki, davranış modelleri üzerinden toplumsal belleğin denetlendiğini, vizyon ve misyon değerlerinin hiyerarşik bir denge içinde bireye yerini, görevini ve sınırını gösterdiğini hissetmek mümkündür. Burada meşru görünen, kitlelerin istekle kabul ettikleri, paylaştıkları Türk modernleşmesinin; siyasal gücün sınırlarını belirlediği alan içine hapsolduğu; özgürlük alanlarının nedense (bir türlü) gelişemediği ortaya çıkmaktadır. Modernleşme meselesinde bireyin öncelikleri, devletinkiler karşısında nedense unutulmuş ya da bastırılmıştır. Dolayısıyla modernizmin içselleştirilmesi, kitlesel boyutta inanılan bir projeye dönüşmesi pek mümkün olmamıştır.

Görsel alan; daha çok denetlenen, düzenlenen ve sahip olunan bir üretim ve gösterim alanı olması hasebiyle, yeni bir ulus-devletin inşası meselesi ile birlikte farklı bir profil çizer. Burada ayrıksılaşan unsur, plastik sanatlar gibi bireyselliğin temsil olanağı bulduğu üretim şekilleridir. Bireysel belleği, kişisel tarih ve siyasal tavrı bir direnç ve değişim önerisi haline dönüştürme, yaygın sisteme eleştirel bir söylem geliştirme olanağına sahiptir.

Tarih ve kültürü, güncel koşullar ile ilişkilendiren, bir bilgi ve birikim kaynağı olarak gösteren, kolektif belleğin toplumsal ve siyasal yönlerine ilişkin tespitler üzerine gelişen anlatılara bu nedenle daha fazla ihtiyaç duyuyoruz. Sözgelimi Adnan Çoker’in örneklediği tarihsel mimarî algı ve derinli anlayışına atıflı tavrı, Erol Akyavaş’ın Matrakçı Nasuh’a göndermelerle biçimlenen kompozisyonları, Mehmet Güleryüz’ün yakıcı bir gerçekçilikle dile getirdiği siyasal ve sosyal eleştiri büyük önem kazanmaktadır. Görsel belleğin kolektif yanını bütünleyen bu dizgede gelecek kuşaklara aidiyet bağlantılarını gösteren bir bilgi ve birikim akışı mümkün hâle gelmektedir.

Günümüzde sanat üretimi, nedense geride bıraktığımız sosyal ve siyasal olaylarla, bizi de etkileri bağlamında içine alacak şekilde geçmişin değer yargıları ve koşulları itibariyle hesaplaşma ya da sorgulama çabası içinde değildir. Bellek kayıtlarımızın zayıflığı, geriye atıflı bir sahiplenme ya da anlama ve sorgulama arayşına engel olmaktadır. Oluşamayan bellek birikiminin, sanatsal üretimini sahicilik ve derinlik açısından belirli ölçüde etkileyeceği kesindir.

Son dönemde, özellikle yakın tarihe ilişkin anlatıların; eksik, zayıf ve yetersiz bir görsellik üzerinden canlandırılmaya çalışılması; düz ve boyutsuz bir sahneleme yöntemi ile dönemsel atıfları olanaksız hale getirmesi yeterince manidardır. Kısıtlı bilgiyle, kasıtlı bir şekilde kurulan bu tür imgelemlerin, yetersiz nesne-mekân ve hayat bilgisi ile bu temsili ve dolayısıyla tarih yazımını olanaklı kılmayacağı ortadadır.


ayrıca bakınız: https://saglamart.com/cagdas-turk-sanatinda-gorsel-gelenegin-temsili