hayri esmer: pencereler / kötücül bir dünyadan izlenimler

MÜMTAZ SAĞLAM

“Hayri Esmer’in tematik eksende önde tuttuğu bu unsur/imge (pencere); ötelenmiş ve terkedilmiş bir yaşam odağının soyut ve şematik bir tasavvurudur. Hatta, giderek içeriyi ve dışarıyı ayıran bu “ara yüzey”, işlevsel yükümlülüğünü terk ederek, simge/form olarak tekilleşir, anlatı yüzeyinde bir tasarım elemanı olarak çeşitlenir. Böylece sanatçı; önde ve geride kalanı, anlama yönelik bir sorun olarak yedekte tutarak, kendi soyutlama evreninde, gereksinimleri doğrultusunda kendini tamamlar. Doğaçlamaya yönelik bir dışavurum sürecinde, yüzeye ve dokuya özgün niteliklerini kazandıran sanatsal vurgular devreye girer.


Hayri Esmer, “Pencereler II”, 2004, Tuval Üzerine Akrilik, 60×80 cm. 4 Adet Tuval, Herbiri 30×40 cm. http://hayriesmer.com/resimler/pencereler?ln=tr

Hayri Esmer’in “bir tema üzerine çeşitlemeler” şeklinde gelişen Pencereler’i, ilginç bir seyir arz ediyor. Sanatçı mekânsal dinamiği açısından belirgin ve kararlı vurgular içeren dizi-resimleriyle, birey ve toplum arasında şekillenen ve biçim-anlam ilişkilerinde sıkışarak sorun teşkil eden psişik bir alana hapsediyor bizi.  Burada cisimsî görünen unsurların “dar ve kapatılmış bir alana” ithaf edildikleri ortada…  Minimal bir mimarî algı ile nakış resim estetiği arasında şekillenmiş; ve hatta geometrik soyut bir düzen şeması olarak ifade edilmiş bu yapıtlarında, nakşedilen örüntünün bir sur ya da duvar imgesiyle daha ilk evrede olumsuz bir anlama kayması, tuhaf ve çelişik bir algılamaya çağırıyor izleyeni… Evet; Hayri Esmer, içinde mimarî kurgu bilinci saklı bir ressam tavrıyla, tuhaf bir boşluk-mekân ilişkisine adıyor resmini. Çizgisel örüntüler ve leke-doku örtüşmeleri, renksiz bir düzende adeta distopya’ya özgü değerler ve imgeler dizgesini sunuyor bize.  Surlar ve duvarlarla kuşatılmış başka bir dünyada…

anıtlaşan ve taşlaşan ruhsal yapılar  

Hayri Esmer resminde tasarım ve inşa sürecinde karşımıza çıkan fantastik niteliklerle bezenmiş ve/fakat aynı oranda yalın ve indirgenmiş bir görünüme sahip bulunan yapılar öncelikle “duvar”la ilişkilendirdiğimiz bir dizi imgeyi içerir. Sur, kale, ev, hapishane ve/veya (bilhassa) “pencere” ile desteklenmiş, resmi taşıyan mekânsal unsurlar karşımızdadır. İzleyeni içine almayan ve ötede tutan bu tekinsiz mekân tasvirleri; doğal olarak kamusal belleğin farklı noktalarına işaret etmektedir. Bu yüzden ortak kültürün belirleyici olduğu yaşam biçimlerini ve algı alışkanlıklarını kanıtlayan, içeren veya saklayan aşılmaz ve tehlikeli ruhsal yapılara dönüşürler. Gerilim ve tehdit unsuru olarak yapılaşan/anıtlaşan/taşlaşan bu yapılar, uygarlığın zihinlere ördüğü kuşatmaları, sınırları yansıtan mabetlerdir artık. Resim alanını sarsan gerilim ve hareket ise, yaşamsal değerlerin çözülerek kaybolma sürecine işaret etmektedir sanki…

Hayri Esmer baştan bu yana, yoğun ve dinamik bir görsel etkinin peşindedir. Figüratif unsurları kendi resim dilinin olanakları içerisinde mekân ve zaman kavramlarının temsiliyle yükümlü bir dizgede kullanan sanatçı, daha çok mekâna ve derinliğe atıflı görünen bir yönsemede bu soyut ve şematik figürasyonu tercih eder. Tehlikeyi işaret eden ya da güven telkin etmeyen bu unsurlar, kararlı bir sentezle vücut bulan simgelerdir yalnızca… Aslında mekânsal algıyı uzun bir süredir soyut ve yüzeyde gerçekleşen ilişkilerle tesis eden Hayri Esmer; son tuvallerinde daha çok siyah ve beyaz kontrastlığında düğümlenen bir görsel etkiyi keskinleştirir. Siyahın kendisini aşan bir temsil yetisiyle resmin kurgusunda öne çıktığı bu organizasyonda, baskı resim estetiği üzerinden akıp gelen görsel etkilerin yeni plastik arayışlara zemin oluşturduğu dikkati çeker. Daha bu noktada başkalaşarak özgün niteliklerle buluşan (kara) anlatı, kısa sürede kendini resmin bütününü kuşatan bir “gerilim” hadisesine ve ”şiddet” ile alâkalı görselliği hedefleyen bir sürece adar. Kolayca anlaşılacağı üzere, genel algılama ve estetik kavrayışıyla, sorunlu görünen bir “karşı” tavrın içindedir Hayri Esmer. Yani, toplumsal dinamiklerle ve kültürel olgularla beslenen genel algının yarattığı bir tepkisel sonuçların peşindedir. Göstergesel değerleri açısından bakıldığında; tanımsız görünen ama o ölçüde uyarıcı ve sert ilişkilerle donanmış bir huzursuz bir resmin sahibidir..

Hayri Esmer resimlerini öncellikle bir “ince bir buluş”la şekillendirir. Mekânsal niteliği baskın olan bir düşünceye dayalı buluş, bir anda kendi kavramsal karşılığını şematik bir çerçevede ortaya koyar. Aynı süreçte düz mantığı zorlayan perspektif algılamalarla görselliğini belirleyen bu mekânsal motif, neredeyse psişik bir göndermeyle “mahrem”, çoğu kez de kapatılmayı çağrıştıran (suç ve ceza gibi) kavramlarla anlamını pekiştirir.  Ve bu genel imgesel yapılanmada, uzamı da hiyerarşik bir düzende şekillendiren duvar’sı elemanlarla, resmin içinde alanlar ve sınırlar yaratır. Bu haliyle, tasarımsal çekiciliğine karşın “kötücül” atmosfere sahip bir dünyada, pek çok görsel unsuru önümüze koyan Hayri Esmer; sıradan kabullenme alışkanlıklarımıza karşı bizi uyarıp, sanki iyi niyetimizi sorgulamak istiyor. Tepkisiz halimize, seyirci kalarak parçası olduğumuz suç organizasyonlarına yönelik duygularımızı test ediyor.

boşluğa açılan pencere

Son resimlerinde “pencere” metaforunu öne çıkaran Hayri Esmer, bir “ara yüzey” olarak belirlediği bu görme aralığında; “içerisi ve dışarısı” şeklinde, gerginliğe yol açan mekânsal bir paradoks yaratır. “İçerisi” genel olarak görülmeyendir bu kurguda. “Dışarısı” ise, bizi ve sanatçıyı da içine alan, yani dahil olduğumuz ve bildiğimiz ortamdır. İçeriye karşı yönelen merak duygusu ve ortak bakış, kaygılı ve sıkıntılı bir öğrenme isteği yaratır. Ve (aslında) her iki ortam da, çöküş ve yok oluş sürecinin yarattığı olumsuzluklarla kuşatılmıştır.

“Pencere” bir mekânsal unsur olarak, ait olduğu yapıya boyut katan çok yönlü bir imgedir. Temsil yükümlülüğünü biçim-anlam ilişkilerinin sürekliliğinde belirler. Yerine göre, gözleme ve gözetlemeye, yerine göre de gözlenme ve gözetlenme edimlerine kadraj açan evrensel bir simgeye dönüşür. Her durumda, psiko-sosyal kökenli etmenlerin verdiği referanslar eşliğinde zaman/mekân diyalektiğine de yön veren, özne bağlantılı incelmiş bir yarıkla özdeşliği kaçınılmazdır. Bu haliyle, söküme uğratılmış tarihsel ve kültürel bir doku haline gelen mekânı kuramsal düzeyde bir kavrayış şeklinin anahtarıdır. Dolayısıyla, Hayri Esmer’in tematik eksende önde tuttuğu bu unsur/imge; ötelenmiş ve terkedilmiş bir yaşam odağının soyut ve şematik bir tasavvurudur. Hatta, giderek içeriyi ve dışarıyı ayıran bu “ara yüzey”, işlevsel yükümlülüğünü terk ederek, simge/form olarak tekilleşir, anlatı yüzeyinde bir tasarım elemanı olarak çeşitlenir. Böylece sanatçı; önde ve geride kalanı, anlama yönelik bir sorun olarak yedekte tutarak, kendi soyutlama evreninde, gereksinimleri doğrultusunda kendini tamamlar. Doğaçlamaya yönelik bir dışavurum sürecinde, yüzeye ve dokuya özgün niteliklerini kazandıran sanatsal vurgular devreye girer.

Esmer’in resimlerinde ilginç bir biçimde, açılmanın simgesi olan “pencere” ile kapanmanın ve kapatılmanın simgesi olan “duvar” imgeleri bir anlam bütünlüğü yaratacak şekilde bir arada kullanılıyor. Giderek basitleşen pencere, ardışık kompozisyonlarda başlı başına bir yapı/motif olarak duvarla örtüştürülüyor. Onu önceleyen, siyah/beyaz karşıtlığında gerilim, tehlike ve sıkıntı yaratan tek imgeli bir kompozisyon unsuru haline geliyor. Merkezî olmayan bir kurgu anlayışında soyutlamanın gerekçesini oluşturan hız ve gerilim, trajik boyutun belirleyicileri oluyor. Gerçekten de, Esmer; siyah/beyaz karşıtlığına dayadığı görsel anlatılarında, grafik etkileri öne çıkaran dramatik bir ifade düzeyini yakalıyor. Beyazla elde edilen alanları “ışık” ile bütünleştiren sanatçı, ışığı dramatik yapıya yön veren temel değer olarak saptıyor. Şiddet ve gerilimle alâkalı izlenimler, derin bir iç-gerçeklik boyutuyla özdeşleşen yapıntılar ya da yaşamsal ve güncel olanla ilişkiye geçen imgesel formlar, “ışık” vasıtasıyla anlam ve bütünlük kazanıyor. Çünkü burada var edilen ışık; pencere ve duvarla nedensellik bağı kurarak mekânsal derinliğe sızan, giderek zamana ilişkin bir değer kaydı olarak kendini gösteren bir etki olarak öne çıkıyor. Az elemanlı bu soyut ve/fakat dinamik yapılanmada, endişe ve korkuyu (kısmen) devre dışı bırakan bir karşıtlamanın temel unsuru haline geliyor, beyaza bürünen ışık…

yitim duyarlığına atıflı bir algı aralığı

Yatay ve dikey eksenlerde hızla kotarılmış çizgi istifleriyle soyut yapılar kuran Hayri Esmer, bir diğer yandan da mekânsal niteliğini soyuta adayan “boşluk” imgesini betimlemeye çalışır. Tematik çerçevede ele alındığında, bu dizi resimlerin son örneklerini kapsayan “boşluk”; kavram ve imge boyutunda, resme yön veren düşünce ve kavrayış süreçlerindeki ruh halleriyle ilintili. Dış gözleme, izlemelere, tespite dayalı bir görsellik anlayışından giderek içe dönen sosyal-siyasal ve psikolojik etkenler bağlamında kaynağını ve niteliğini tartışarak nötr’leşen algı değişimi, kaçınılmaz bir dönüşüm olarak öne çıkıyor belki de… Boşluk; fanteziyi taşıyan ve belli ölçüde anonimleştirerek yerel bağlamını kıran, zenginleştirici bir ortam sunarken, diğer yandan öznel süreçteki muğlaklığı ve yaşanan iç sıkıntısını da ifade ediyor gibidir.

Gerçekten de Hayri Esmer’in resmine yön veren kurgu anlayışı; estetik anlamını da önceleyen ve önemseyen bir muğlak alana hızla kaymaktadır. Kendi dizgesi içerisinde resimde giderek belirsiz soyut bir plastik kavrayışla buluşan imgesel düzen; anlamlandırıcı etkisini hızla dışlamaya yönelir. Sözgelimi “Seyir Defteri” dizisi, bu bakımdan pencere ve duvar düşüncesini dar anlamından çıkaran, daha geniş bir algı aralığından dış dünyaya yönelen bakışı gündeme getirir. Esmer, bu aşamada resmini yani genel plastik etkilerini koruyarak kendi varoluş koşullarını yedekte tutarak, tartışma ve aşamalı yorumlara ulaşma düşüncesindedir. Ancak gelinen noktada resim eylemini korku ve kaygı ağırlıklı bir tematik bağlamda, “karşı estetikçi” bir tavır içerisinde değerlendirdiği de açıktır. Hatta ileri derecede yalınlaşan anlatı, devre dışı bıraktığı tüm görsel unsurları “değer yitimi” sorunsalını da akla getiren bir yönsemede bünyesinde saklı tutmaktadır. Sonuçta temel değerlerini koruyarak yalınlaşan, zaman ve kültüre ait göndermelerini bilinçli tercihlere dayandıran bir duyarlık söz konusudur.

mutsuzluğa bel bağlayan yeni bir romantizm

Hayri Esmer; bu parçalanmış, sökülmüş ve (aslında) dağıldıkça yalınlaşan, saf plastik değerlerle buluşan yüzeylerde; post-endüstriyel toplumun değişmez paranoyası haline gelen “kitlesel boyutta yok olma” korkusunu betimlemek ister gibidir. Ölüm korkusunu, aykırı görünen ve/fakat oldukça düzenli ve estetik bir çerçevede sahneye koyar. Tipik bir “infilâk senaryosu”na dönüşen anlatı, kaotik atmosferinde “imkânsız” görünen pek çok şeye özenle yer açar. Sanki, ölümü göstererek yaşama razı eden, yaşamı öneren ve savunan bir söylem geçerlidir burada. “İmkânsız” olarak nitelenen ise, kaçınılmaz son’un yani ölümün yarattığı yalnızlığın bir açıklamasıdır büyük ölçüde… Hatta, kehanet literatürüne özgü deyimle, “mutsuzluğa bel bağlayan yeni bir romantizm” söz konusudur belki de… Düzenlenmiş kolektif yaşamın öz-niteliklerini yitirmesi gerçeğine, kötü, ahlâksız ve kaba görünen dürtülerle şekillenen davranış modellerinin egemenliğine, sosyal ve siyasal koşulların yaşanmaz kıldığı hayatı sahiplenmeye  dönük bu çaba; Hayri Esmer’in kendine bir “ihlâl alanı” yaratmasıyla, felâket sözcülüğüne soyunmak istemesiyle anlam kazanmaktadır. Bu parodik tasvir, yücelttiğimiz pek çok kavramın ve kurgunun içerdiği potansiyel tehlikelere işaret eden, zarif ve etkili olduğu kadar kaba ve uyarıcı da olabilen bir pentür deneyimidir sonuçta…


Bkz. Hayri Esmer / Pencereler, Atlas Sanat Galerisi, 2006, Ankara.

ayrıca bakınız: https://saglamart.com/hayri-esmer-space-and-border