erotik bilincin nesnesi olarak (pusudaki) ten

GÜLAY YAŞAYANLAR

“Pusudaki Ten’de, dağılgan bireyselliğin egemen olduğu günümüz toplumunun heterojen yapısında daha etken hale gelen cinsellik edimlerinin, normal sınırları ihlâl ederek yeni haliyle nasıl görünür kılındığına tanık oluruz. Mehmet Ergüven’in de belirttiği gibi, “Her şeyin metaya dönüştüğü bir düzende, çıkarsız duyusallık ve erotizmin kaybıyla, cinsel fanteziler de ekonomik sistemin bir parçası haline gelmiştir artık – voyeur ve teşhirciyi makul karşılamak, kapitalizmin armağanıdır bize.” (s.188) Farklı bedenler ve yeni hazlarla girişilen bu kapsamlı hesaplaşma, okuyucuyu da devreye sokan etkili yorumlarla bu alanda yazılmış ve başarısı okurca peşinen teyit edilmeye aday ilk kitaptır belki de…


…Ölümle haşır-neşir olmanın en iyi yolu onu  ahlâksız bir fikirle bağdaştırmaktır.” Georges Bataille   

Pusudaki Ten, öznenin örtük cinsel kimliğini aralayan, görülmeyen farklı katmanları görünür kılan bir bakış  açısına doğru sürüklüyor okuru. Görsel: Robert Mapplethorpe, Phillip Prioleau, 1982, Gümüş Baskı Fotoğraf, (J. Paul Getty Trust and the Los Angeles County Museum of Art. © Robert Mapplethorpe Foundation-https://www.getty.edu/art/exhibitions/mapplethorpe/)

Bireyin “tinsel varoluş” adına ortaya  koyduğu dil arayışı, farklı yaşam dizgelerinin su yüzüne çıkma nedenlerinden biridir. Aşk, cinsellik ve şiddet gibi duygu durumlarının tezahürü olan hazları doyurmak bu dilsel dışavurumun eylem sınırları içindedir. Dışavurum süreci, tin ’e dayalı göstergelerin bulanık bir boyutta eridiği ve ruhumuzun ahlâk-dışı yönlerinin çılgınca bir devinimle özgül yapılarda görünür kılındığı hissini güçlendirir. Varoluşumuzun haleti-ruhiyesini oluşturan  başlıca etmenlerden biri olan erotizm de, Georges Bataille’ın deyişiyle “içsel deneyimin doğrudan yansıması” olarak bu düzlemdeki yerini alır. (1) Yani erotizm; insana ilişkin iç-yaşantılardan türemiş arzunun en etkili bireysel oyun alanıdır. Yaşamla ölüm arasında çelişkili bir seyir izleyen Eros’un düşsel kahramanları, tensel hazzın sonu gelmez -yasaklanmış- oyunlarıyla gizemli bir yolculuğa hazırdır. Bu sırada karşılaşılan şiddet unsuru, önce özneyi mahkûmiyeti içine alarak arzulanan nesne’yi de bu doğrultuda devreye sokar. Seçilmiş haz nesnesi, bu sahnede farklı iki cinsten birini partner yaparken, ulaşılan uyumda da ölümün suskunluğu yaşanır. Cinsiyetin ölüme değer olduğunu vurgulayan Michel Foucault; bir iktidar tekniği olarak yaşamı kuşatan cinselliğin, kendisinin belirlediği hayali noktanın herkese ölümü kabul ettirebilecek kadar hayranlık yarattığını sözlerine ekler. (2)

Son dönem Türk edebiyatında cinselliğe ilişkin göstergeleri sorunsallaştıran denemeleriyle öne çıkan Mehmet Ergüven; Pusudaki Ten’de*, yukarıda genel hatlarını çizdiğimiz üst-okumalarıyla karşımızda. Tematik bütünlük, ilginç olduğu kadar çarpıcı ve sarsıcı bir yapıyı ortaya çıkarıyor bu kitapta. Aynı zamanda cinselliğe ilişkin tüm kavram ve inanışlarımızı da sorgulamaya davet ediyor. Böylece, öznenin örtük cinsel kimliğini aralayan, görülmeyen farklı katmanları görünür kılan bir bakış  açısına doğru sürüklüyor okuru. Pusudaki Ten’de, kışkırtıcı bir dizi fotoğraf örneğiyle (Jimy Hendrix’ten Andy Warhol’a ya da Robert Mapplethorpe’a dek uzanan) kimi özne-bireylerin homo-erotik fantezilerini sorgularken, bedensel yapı’ya ilişkin tutkulu gözlem yeteneğinin de yalın bir dille ifadesini bulmaktayız. Özetle, Pusudaki Ten’de yazarın erkek cinselliğini öne çıkaran fotoğraf-resim  çözümlemeleri aracılığıyla “gizlenen Eros”un tinsel boyuttaki sapkın hesaplaşması, marijinal özne ve nesneye dayalı bir kurguda  dile getirilmektedir.

Sözgelimi, “Fanteziyle Islanmak”  adlı denemeye kaynaklık eden Erwin Olaf’ın “Haz” konulu fotoğrafında, aldatmaca yoluyla elde edilmiş erotik bir sıcaklık söz konusudur. Hazla yoğrulmuş genç erkek figürü, kurgu sahnede yerini alırken; elinde patlayan şampanya şisesi, doruktaki ereksiyonun metaforu haline gelmiştir. Ergüven’in de belirttiği gibi, ”… cinsel organından önce tüm bedeni kalkık’tır bu gencin. Dolayısıyla ilkin dokunan sırılsıklam olur böyle birinin koynunda.” (s.156) Yine, benzer yapıdaki bir diğer fotoğraf için yazarın şu tanımlaması ilginçtir: “Voyeur,  görüntünün niteliğine bakmaksızın, kendi adına otuzbir çeken fotoğraf ile ıslanmanın esrikliği içindedir.” (s.89) Bu görüntülerde ayrıca; figürde duygulanımsal yapılanma sonucu üretilen enerji, arzuya dönüşerek, bir yandan oto-erotizm sahnesine eşlik ederken, öte yandan izleyici/okur müstehcen bir imgeyle başbaşa bırakılmaktadır. Sonsuzca bir yalnızlıkla iç-içe  yaşayan şimdiki özne’nin oto-denetim mekanizması, fantezinin sınırlarını katmanlaştırır burada. Fotoğrafta kullanılan nesne-figürün taşkın portresi, böylelikle erotik esinler konusunda yeni söylemlere kapı aralarken az sonraki alternatif mesajın ne olacağını da tacizkâr bir dille  gözler önüne serer. Bir bakıma izleyici öznede oluşan arzulayan kimlik niteliği, arzuyu ve hazzı yeniden imâl etmek ve tutkulu bedenini ölüme daha yakın hissetmek durumundadır. Belki de günümüzde bireyin öz- kimliği, kendi varoluşsal yapısının dışlandığı bir perspektifte ancak gerçek özgürlüğüne kavuşabilir.

Kitapta yer alan görüntü analizine dayalı “Tom of Finland” adlı denemede, her şey ele alınan resimdeki maço imgesi üzerine kurulmaktadır. Ergüven, resimde görülen bluciniyle Vahşi Batı’nın uluslararası maçosu kabul edilen kovboyun cinsel seçiminin şaibeli ve maçonun gerçek dramının da “…doğal kimliğin ötesinde abartılmış erkekliğe mahkûmiyet” olduğu tanımlamasını yapar. (s.114) Deri ceket, erkeğin fetiş seçiminde buradadır sözgelimi. Fermuar ise, yazarın deyimiyle “sınırsız çiftleşmenin mekanik aracı”dır. (s.115) Sarışın maçoya ait dar blucin de bir giysiden öte tam anlamıyla fallus’tur artık. Ergüven bu betimlemeyi doğrularcasına “…taş gibi olan’ın orası her yerini istilâ eder” demektedir. (s.116) Zaten, oluşan maço  estetiğinin umutsuz şiddeti altında ezilen Tom, gizli bir paronoyanın eşiğindedir. Fallus’un gücü, özne-bireyin içine sürüklendiği ortamdaki rolünün rengini değiştirmektedir çoğu zaman. Belki de sarışın maçonun tensel duyarlığı harekete geçiren bu güçlü erkek pozu, yazarın deyimiyle “…en erkek, narsisizmin kucağında usulca karşıtına dönüşmüştür…” (s.114) Esasen bu desende ilk anda gözlenen ero-psişik boyut, o kişiye ilişkin sosyal yapıyı ortaya çıkaran, gösterilenlerin sahne aldığı bir tür parodiye bırakmıştır yerini. Artık Tom, homo-erotik fantezilerini öteki maçoya sunmaya adaydır…

Yazarın erotik bilincinin tüm niteliklerini sergilediği “Jartiyer ve Richard Lindner” isimli denemede ise, fetiş nesne Jartiyer sorgulanmaktadır. Uyarıcı bir nesne olan jartiyer, cinsel arenada düşsel ya da gerçek fantezilerin asal elemanıdır neredeyse.  Yazarın bu konudaki saptaması şöyle: “Jartiyer, çıkarılma anını, yavaşlatılmış mastürbasyonun metaforu olarak, zamana yayıp, alabildiğine uzatmak için giyilmiştir …” (s.181.) Bir bakıma kullanılabilir nesne halinden seyirlik olana dönüşen jartiyer, erotik oyunların figürlerini kendinde saklarken, arzu uyandıran bir haz nesnesi olarak kadına da kendi histeri evreninde ortak olmaya başlamıştır. Belki de, kadındaki tüm çekiciliği görünür kılan jartiyer, kadının ayartıcı kimliğini kusursuz yosma imgesiyle özdeşleştirebilir çoğu zaman. Zaten Ergüven’in bu tür nesnelere olan ilgisinin nedenini; fetiş nesnelere yüklenen anlamı,  davranışsal bilinçle örtüştürerek açıklamak doğru olur. Gerçekte bireyin tercihlerine uygun şekilde oluşturduğu cinsel deneyimlerin sınırsızca yaşandığı günümüzde, mutluluk imgemiz de neredeyse erotik sermayeye endeksli duruma gelmiştir. Bu noktada Jameson’a katılmamak mümkün değil: “Cinsel bolluk toplumu, aynı zamanda coşkusal ya da libidinal görüş açısından çevrenin  gittikçe artan zorunlu yoksullaşmasını telâfi ederken, sistem içerisindeki bilinçli mutsuzluğu azaltmanın bir yolu olarak açık fakat uzmanlaşmış cinsel eylemi cesaretlendirir.” (3)

Sonuç olarak Pusudaki Ten’de, bireyselliğin egemen olduğu günümüz toplumunun heterojen yapısında daha etken hale gelen cinsellik edimlerinin, normal sınırları ihlâl ederek yeni haliyle nasıl görünür kılındığına tanık oluruz. Mehmet Ergüven’in de belirttiği gibi, “Her şeyin metaya dönüştüğü bir düzende, çıkarsız duyusallık ve erotizmin kaybıyla, cinsel fanteziler de ekonomik sistemin bir parçası haline gelmiştir artık – voyeur ve teşhirciyi makul karşılamak, kapitalizmin armağanıdır bize.” (s.188) Farklı bedenler ve yeni hazlarla girişilen bu kapsamlı hesaplaşma, okuyucuyu da devreye sokan etkili yorumlarla bu alanda yazılmış ve başarısı okurca peşinen teyit edilmeye aday ilk kitaptır belki de…

(Varlık, Sayı: 1091, Ağustos 1998.)


Notlar

(*)   Mehmet Ergüven, Pusudaki Ten, Sel Yayıncılık, İstanbul,1998.

(1) Georges Bataille, Erotizm, Çeviren: M.Mukadder Yakupoğlu, Onur Yayıncılık, Ankara, 1993, s.33.

(2) Michel Foucault, Cinselliğin Tarihi, Cilt:1, Çeviren: Hülya Tufan, Afa Yayınları, İstanbul, 1993, s.161.

(3) Fredric Jameson, Marksizm ve Biçim,  Çeviren:  Mehmet H. Doğan, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1997, s.105.

ayrıca bakınız: https://saglamart.com/gormece-ve-goruntu-estetigi-uzerine