günümüz türk resminde figüre bakış

MÜMTAZ SAĞLAM

Türk Resminde Figüre Bakış/ Avni Arbaş, Ferruh Başağa, Nuri İyem ve Nejad Devrim gibi sanatçıların 1940-50 aralığında tanımlanabilir mekansal ortamları bir sahne mantığıyla kuran ve çok figürlü düğün, liman gibi kompozisyonlarda serbest pentür ressamlığı diyebileceğimiz bir yaklaşım egemendir. Buradaki görsel irade figüre, portreye, çıplağa, ya da manzaraya şekil ve kimlik veren aşkın bir boyama biçimleme kalitesine sahiptir. Türk Resmi adına bir aşama olarak görebileceğimiz özgün dinamiklerle buluşan bir plastisite, resme yön veren düşünce dinamiklerini de başarıyla ifade etmeyi sağlamıştır. Figürü; her durumda yeni ve çağdaş kılabilen bir yaklaşım söz konusudur. Bu kaynağın, doğrudan olmasa da bilinçaltı bir geçişle, 1980’li yıllardaki figür tercihlerinin zeminindeki etkisi aranabilir. Özgür tavırlı boyasal ve gerçekçi resim yaklaşımını, Yeni-Dışavurumcu yönelimin dinamikleriyle bir arada tutan pek çok özellik tespit edilebilir çünkü…


Mahmut Cûda, “Sara’nın Portresi”, Ayrıntı, 1929, Tuval üzerine Yağlıboya, Rezan Has Müzesi Koleksiyonu, https://www.rhm.org.tr/

Türk resim sanatının figüre yönelik ilgisi Osman Hamdi Bey ile görünürlük kazanan, Halil Paşa’nın ısrarlı model etütleri üzerinden 1914 Kuşağı ressamlarına aktarılan bir gelişim çizgisi arz eder. Paris ile Münih üzerinden akıp gelen ve Post-İzlenimci etkilerle bütünlenen bu süreçte İbrahim Çallı ve Namık İsmail gibi sanatçıların gözlem ve yorumlarında yarattıkları ayrıcalık dikkat çekicidir. Uzunca bir dönem peysaj ve ölüdoğaya odaklanan ilgilerin 1930’lu yıllarla birlikte portre ve figüre yönelmesi, sanatta güncellenme adına önemli bir gelişmedir. Özellikle portrede, modeli betimleme düzeyinde yakalanan boyut; psikolojik ve kültürel gerekçeli çekincelerin etkisini iyice kaybettiğini, Türk ressamının figür ilgisini çağdaş gelişmeler doğrultusunda ustalıkla şekilleyebileceğini gösterir.

Bu kapsamda, Batı’da edindikleri figüratif birikimleri kübist, konstruktivist ve ekspresyonist duyarlıklarla ilişkili bir görsel dille ifadeye yönelen Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği hareketini önemsemek gerekir. Unutulmaz kompozisyonlar üreterek, modernist sanatın çehresine uygun bir karakterde dile getirdikleri figür yaklaşımıyla Zeki Kocamemi ile Ali Avni Çelebi’yi Türk sanatının beslendiği ana kaynaklardan biri olarak nitelemek doğru olur. Aşırı biçimci yaklaşımlarıyla figürü daha çok bir araç konumunda ele alan d Grubu ise; Türk resminin soyutlamaya yönelik arayışlarını figür üzerinden deneyimleyen isimlere zemin hazırlamıştır. Özellikle Nurullah Berk ve Cemal Tollu, figürlü kompozisyonlarını yüzey resmi arayışıyla birleştiren soyutlama deneyleri içindedir. Söz konusu dönemde öne çıkan Sabri Berkel de, yalınlaştırılmış kompozisyonlarıyla figür algısını ilkeli bir soyutlama düşüncesiyle ifade eden başarılı bir yorumcu olarak dikkati çeker.  

Türk resminde öykücü bir anlatım dahilinde ve figür ekseninde biçimlenen özgün üslûp yaklaşımlarının geçmişini; 1940’lı yıllardaki Toplumcu gerçekçi algılamada yaşanan gelişmelere ve farklı bir kaynaktan gelerek bu dizgeye yön veren Neşet Günal’a bağlamak mümkündür. Öykücü plastik ve anlatımdan genelde, içerik öncelikli ve bir çok figürlü resim anlayışı, tipik/geleneksel anlatı kalıplarına kısmen de olsa uyan mekan çözümlemeleri kastedilmektedir. Bu kapsamda, 1940’lı yılların uygun toplumsal ve siyasal koşullarında, d Grubu’nun salt biçimci, kübist ve konstrüktivist algı önerilerine bir tepki olarak gelişen ve Yeniler adıyla grup hareketine dönüşen etkinlik süreci öne çıkmaktadır. Özellikle toplumcu gerçekçi duyarlıktan beslenen ve tipik bir gençlik hareketi/tepkisi haline de dönüşerek, toplumun içinde bulunduğu sorunlara ve gündelik hayatın esas niteliğine yönelen bu resim önerisi; Akademi kaynaklı bir değişimin habercisi sayılabilir. Leopold Levi’nin’de destek olduğu bu değişim süreci, Türk resmine Avni Arbaş, Nuri İyem, Selim Turan, Nejad Devrim gibi ustaları kazandırmıştır. Yeniler Grubu; “Liman” ve “Kadın” konulu ilk iki sergisinde zaten Türk resminin geldiği tıkanma noktasında talep edilen yol ayrımlarından birisini başarıyla örneklemiştir. Bu, çok figürlü ve anlatımcı bir resim yaklaşımı halinde netleşen, sosyolojik ve psikolojik bağlantılarla zenginleşen bir anlayıştır özetle. Yeniler Grubu ve Nuri İyem üzerinden giden figüratif yönelimin esas dayanağını ise, Türkiye gündeminin sosyal ve siyasal konuları oluşturmuştur. Çok partili siyasal yaşamın sağladığı düşünce açılımları paralelinde ve siyasal düşüncelerin, sistem önerilerinin sunduğu formüller üzerinden gidildiğinde ülkemizde yaşanan göç olgusu, kente eklenen gecekondu yaşamı, alt kültürler ve kimlikler; işçi, kadın gibi yeni konu alanları söz konusu süreçte sanatçıların ilgi alanına girmeye başlamıştır. Siyasal eleştiri anlamına gelecek vurgular içeren “Liman” ve “Kadın” temalı ilk iki sergi bu bilinç değişiminin izlerini taşır. Resimlere sinen hava, açıkça gündelik hayatın psiko-patolojik döngülerine yansıtan bir kasvet ve ağırlık içindedir. Renkler etkisini yitirmiş; resim mesaja düğümlenen nötr bir kavramsal nitelikle yeniden buluşmaya zorlanmış gibidir. Mesajı öncelikli ve anlaşılır kılan simgesel tasvir giderek kendi dil özelliklerini geliştiren bir seyir içine dalarak sözgelimi Nuri İyem’de tescillenen figür kavrayışını netleştirmiştir. 

Yeniler ve Nuri İyem ile Türk resmindeki çok figürlü, gerçekçi ya da imgesel kaynaklarla kotarılmış, yer yer gerçek dışıyla alâkalı, erotik ve psişik içerikli resim yaklaşımının ilişkilerini anlaşılır kılan husus esas itibariyle boyasal tavırdaki süreklilik olarak açıklanabilir. Şöyle ki; Avni Arbaş, Ferruh Başağa, Nuri İyem ve Nejad Devrim gibi sanatçıların 1940-50 aralığında tanımlanabilir mekansal ortamları bir sahne mantığıyla kuran ve çok figürlü düğün, liman gibi kompozisyonlarda serbest pentür ressamlığı diyebileceğimiz bir yaklaşım egemendir. Buradaki görsel irade figüre, portreye, çıplağa, ya da manzaraya şekil ve kimlik veren aşkın bir boyama biçimleme kalitesine sahiptir. Türk Resmi adına bir aşama olarak görebileceğimiz özgün dinamiklerle buluşan bir plastisite, resme yön veren düşünce dinamiklerini de başarıyla ifade etmeyi sağlamıştır. Figürü; her durumda yeni ve çağdaş kılabilen bir yaklaşım söz konusudur. Bu kaynağın, doğrudan olmasa da bilinçaltı bir geçişle, 1980’li yıllardaki figür tercihlerinin zeminindeki etkisi aranabilir. Özgür tavırlı boyasal ve gerçekçi resim yaklaşımını, Yeni-Dışavurumcu yönelimin dinamikleriyle bir arada tutan pek çok özellik tespit edilebilir çünkü…

Benzer bir saptamayı, Neşet Günal’ın Akademi üzerinden yaygınlaşan, üslupsal bir geçiş sürecini başlatarak bugüne ulaşan bir algı ve yorum tercihinin kaynağını oluşturduğunu belirterek de yapabiliriz… Bu etkileşimin yansıdığı bir isim olan Neş’e Erdok, kendi adına dönüştürdüğü figürasyonla, bu gelenek ve akış içerisinde özgün bir anlatım boyutunu yaratmayı başarmıştır. Kendi farklılıklarını ayrımlaştırmayı hedefleyerek gelişen Neş’e Erdok resmi, eleştiriyi ironi ile besleyen sert ve katı figürasyonu, daha pentürel bir çehrede insani unsurlarla buluşturan vurgularla zenginleşmiş durumdadır. Bu bakımdan, Komet ve Mehmet Güleryüz’le yorum kalitesi ve plastisite açısından Erdok resmi ile bir denklik rahatlıkla kurulabilir. Keza, benzer ortamlarda yine kendi değişim olasılıklarını canlı tutarak özgünleşen Alaettin Aksoy resmi içinde aynı şeyler söylenebilir. Ancak, bu süreçte figüratif resmin en çarpıcı örneklerini üreten bu isimleri; 1980’li yıllarda beliren Yeni- Dışavurumcu yönseme dahilinde de değerlendirebiliriz. Figüratif resmin keskin atıflar üzerinde belirginleştiği; mesaja düğümlenen bir yönelimin ürünü olan pek çok nitelikli kompozisyon bu dönemde üretilir. Resmedilen figürler, kentli yaşamın aktörleri olan sorunlu, ötelenmiş ya da yabancılaşmış bireylerdir. İçe dönük ve/fakat siyasal ve sosyal eleştiriyi de önemseyen bu gerçekçi tavır, giderek yerini ağırlaşan kaba-simgesel bir tasvire bırakır. Kavramsal mekan vurgularıyla kendi uzamını belirleyen psiko-patalojik bir beden yorumunun peşinde şekillenen bir hale gelir. Bu çizgide figürü her zaman merkezde tutan (Mehmet Güleryüz, Utku Varlık, Ergin İnan, Bedri Baykam, Mithat Şen ve Mustafa Ata) dil, söylem ve tarz benzerlikleri bulunan sanatçılar olarak öncelik ve önem kazanır. Nedense hep tasnif dışı duran Yüksel Arslan da ise; fantastik unsurların, dönüştürücü ero-psişik gerekçelerin, ironik tasvirin koşulları bağlamında daha farklı ve özgün boyutlar içeren bir dizgede resme yansıdığı ortadadır.


ayrıca bakınız: https://saglamart.com/cumhuriyet-modernizmi-resim-kimlik-ve-bellek