gülay yaşayanlar: bir aşırı deneyim hali

MÜMTAZ SAGLAM

Gülay Yaşayanlar resminde muhayyel olduğu kadar gerçeküstücü de olan bu tasvir; güç temsili için uygun bir bedensel yapıya sahip görünür. Bu durum aslında, ötekini figür mantığında bir bedene hapsederek özgür biçimlenmenin önünü açan yapı düşüncesine ulaşmamızı da kolaylaştırır. Çünkü, türü ve cinsi belirsiz olanın tahayyülü; kapalı form ve derinlikli alan ilişkisini olanaklı kılan, tekrarlarla mevcut kılınmış yabansı tasvir üzerinden yürüyen daha soyut ve kavramsal bir anlatı modeli geliştiren anlayışa bizi ulaştırır. Dolayısıyla burada, ayrıntılı yapısal tanımlama çabalarıyla şekillenen, anlam olasılıkları ve biyo-politik okumalar üzerinden çeşitlenen bir içerik zenginliği söz konusudur.


Gülay Yaşayanlar, “Belirsiz Şeyler”, #48, 2015, Kağıt Üzerine Karışık Teknik Uygulama, 28×38 cm. https://saglamartspace.com/gulay

Gülay Yaşayanlar’ın işlerinin bir kısmında; tinsel gerekçelere daha derinden bağlı bir iç dinamiğin, gerçekleşen temsilin şekilsî yanını özel bir tahayyül hadisesine çevirdiği görülür. Burada terk edilen ya da reddedilen organik biçimlemelerle kurulmuş özel bir üretim alanı karşımıza çıkarılmıştır. İşleyiş bakımından aşırılıklar içeren, açık göndermelerden sakınılan bu deneyime, biyo-politik gerekçeler ile gerilim içeren uzlaşım arayışları yön vermektedir. Kullanılan imgesel varlıklar, sıklıkla ifade ettiğimiz üzere; bilgi ve gözlem alanımızın dışında kalan, kışkırtıcı nitelikleriyle başkalaşan unsurlardır. Yabancı kaldığımız ya da yabansı bulduğumuz bu varlık alemine ilişmek için harcayacağımız çaba ise, bir bakıma tasavvur edilen dünyaya olan uzaklığımızı da ifade etmektedir.

Açıkça belirtmek gerekirse; tasvir edilenle aramızda hissettiğimiz mesafe, yerimizi belirsizleştirirken, niteleme için sağlam referanslara ihtiyaç duyarız. Sözgelimi Richard Kearney, teşhis edilemeyen bu unsurların; gayri tabii, ihlâlci, müstehcen, çelişkili, heterojen, uyutmayan ya da huzur vermeyen korkutucu yüzleriyle muteber teşhis normlarımıza meydan okuduklarını söylemektedir.[1] Yaratık benzeri bir imgeye dönüşen bu tasvir yaklaşımı, stratejik olarak aşırı bir deneyim dahilinde inkârın, reddin dışsallaşmış figürsü halidir bir bakıma. Simgesel hale getirilmiş bir öteki tasviridir. Belirsizliğe adanmış bir görsel düzende inşa edilen düşünsel bir sorgulama davetidir. Meçhul bir ortama salınan tehdit algısına vurgu yapmaktadır….

Büyük oranda, izleyeni rahatsız eden, dışa yansımayan korku ve kaygılara karşılık gelen, ötekileştirerek kendimizden uzaklaştırdığımız bu yabansı varlık, bilincin kendini bir akış düzeni içerisinde ifade etme aşamasında karşılaştığı engellere karşılık gelmektedir. Çirkin ama görkemli, ürkütücü olduğu kadar gizemli bir görünüm içindedir. Yabansı-düşünümsel bir varlık halini alarak; boşluğa, resmin karanlık alanına konumlanmıştır. Burada yitirilmiş şeyler ile korku beklentisi ve endişe hallerinin ikâme edildiği, ehlileşmiş görünen ötekileşmiş bir beden tasavvuru söz konusudur artık…

Ancak yine de, tedirgin bir şekilde uzak durduğumuz bu form-figür ile bir özdeşlik ilişkisi kurmamız oldukça zor. Dolayısıyla bu resim serüveninde arada bir nükseden yabansı form-figür oluşturma yaklaşımı, bizimle olan mesafeli-gergin ilişkisini sabitlemiştir. Sıklıkla ifade edeceğimiz üzere, farklılığı tahayyül edişin, zihinde korunan meçhul varlığa yönelik tedirgin bekleyişin karşılığı olarak üretilmiş özel bir durum ya da tasarımdır. O yüzden, belli bir süreçte açığa çıkan ve hızla çeşitlenen bu yönelimi; karanlık alan ifşaatının bir ara-anlamlandırma aşaması, boşlukta ve tanımsız bırakılan imge/formlara alan açan bir hamle olarak görmek gerekir.

Korkunun kaynağını, benliğin yeni ve derinlikli boyutlarını, düş gücünün olanaklarını keşfetme imkânı veren Gülay Yaşayanlar’ın tedirgin edici bu tasavvuru, sanki yapıbozumcu bir yaklaşımla inşa edilen bir kendilik halidir. Hayal dünyasının elverdiği ölçüde bu melezleşir vekorku ve kaygı hallerimize göre içkinleştirdiğimiz kendi ikiz bedenimize dönüşebilir. Yine de, ne olduğu konusunda emin olamadığımız bu meçhulfantastik varlık, geçişli bir konumda hem mutlak öteki’ye hem de kendilik durumuna özgü bir temsile eğilimlidir. Kimliği baskılayan, onu değişim sürecinde kontrol eden yabancı bir gücün resmidir. Bu yaklaşımda arada bir karşımıza çıkan, belirsiz bırakılmış bir muhayyiledir. Daha çok psişik etkenlerle elde edilen bir görsel belirlenim, tekrarlanan tekinsiz bir imgedir. Aynı ölçüde, zihni bulandıran bu travmatik bir yoğunluk, kendini ele vermeyen gizemli, yabansı ve tedirgin edici; bilincin bağlayıcılığından kurtularak boşluğa salınmış kara bir imgedir. Özdeşlik ilişkilerini iptal etmeden yaptığımız tüm tanımlar, imgeyi yeniden özneye bağlamaktadır aslında… Benlikte ikâme edilen öteki meselesi büyük oranda kendi bu soyut ötelemeyi daha içkin hale getirmektedir. Böylece, kişilik temsili olarak dışsallaşan bu figüratif örüntü, kendi aurasına hapsolarak bağımsız ve mutlak bir biçim olarak boşluğa savrulma eğilimindedir. Tedirgin ve huzursuz edici gelişmelere karşılık gelen, baskılanmış olanı ifade eden bu soyutlanmış yabansı gövde, taşıdığı içkinliğin mevcudiyeti ile özgün kıvrımları, katmanları, özgün dokuları barındıran güçlü bir varlık halini almaktadır.

Muhayyel olduğu kadar gerçeküstücü de görünen bu tasvir; güç temsili için uygun bir bedensel yapıya sahip görünür. Bu durum aslında, ötekini figür mantığında bir bedene hapsederek özgür biçimlenmenin önünü açan yapı düşüncesine ulaşmamızı da kolaylaştırır. Çünkü, türü ve cinsi belirsiz olanın tahayyülü; kapalı form ve derinlikli alan ilişkisini olanaklı kılan, tekrarlarla mevcut kılınmış yabansı tasvir üzerinden yürüyen daha soyut ve kavramsal bir anlatı modeli geliştiren anlayışa bizi ulaştırır. Dolayısıyla burada, ayrıntılı yapısal tanımlama çabalarıyla şekillenen, anlam olasılıkları ve biyo-politik okumalar üzerinden çeşitlenen bir içerik zenginliği söz konusudur.

Gerçekten de bu üretim pratiği, prototipini aşan yapısal bir tartışma alanı oluşturmaktadır kendine. Varsayımsal modellere öykünme yerine, boş ya da saf biçim tanımına bizi götüren belirlenimsizliğe doğru ilerleme kararlılığı hep ön planda hissedilmektedir. Bu doğrultuda boşlukta asılı duran çok sayıda form, yeni tanım ve açılımlar için önümüzde sıralanmış durmaktadır. Bir çokluk hissi içinde dizilen her form aslında, onu karanlığın içinden çekip çıkaran; meçhul kimliğine bir koruma çabası ile eklenen vurguların ne olduğu açıklamasını talep etmektedir. Böylece karamsar imaları geride bırakan bu duygusal yaklaşım, her çalışmaya yüklediği yoğunlukla nesnesiz, minimal ve kavramsal bir estetik duruş içindedir. Adeta bir yoksunluk estetiği algısını pekiştirerek, olumsuz düşünce ve yargıları, eklektik bir form ile bütünleştirme arayışındadır. Bu şahsileştirme pratiğinin özne temsiline uygun dönüşümü, aslında boşluğun kattığı boyutla anlam kazanmaktadır. Boşlukta eskatolojik bir varlık olarak beliren her form (yaratık), kendini tahrip eden bir içbükey bir aşındırma eylemine sırtını dayar. Tekil bir unsur olarak merkezdeki konumunu pekiştirir. Yine Kearney’in ifadesiyle “kendisi hiçbir şey olan ve hiçliğe bakaduran bir gövde/anıt halini alır”. [2]

Dolayısıyla Gülay Yaşayanlar resminde gözlenen anlatısal aşırılık, aslında estetik düzlemde yeni görme ve betimleme deneyimlerine zemin hazırlamaktadır. Başka bir deyişle; gerçekleşen her biçimsel deneyim, figürsü olanı hızla öteleyen ayrı bir içeriğe ve derinliğe arındırılmış bu yeni dil üzerinden bulaşmaktadır.


Bkz. Mümtaz Saglam, Gülay Yaşayanlar / Tahayyül ve Mesafe, Mas Matbaası, Eylül 2015, İstanbul.

[1] Richard Kearney, Yabancılar, Tanrılar ve Canavarlar / Ötekiliği Yorumlamak, Çev. Barış Özkul, Metis Yayınları, İstanbul, Eylül, 2012, sf.16.

[2] Richard Kearney, A.g.k, sf. 124.

ayrıca bakınız: https://saglamart.com/gulay-yasayanlars-paintings-on-the-perception-of-empty-or-pure-form-of-vagueness