geleneksel tasvirle bütünleşen yeni bir imgelem arayışı

MÜMTAZ SAĞLAM

“Minyatür olgusunun kendi iç mantığı bağlamında hareket etmek, farklı görünen bir temsil ve anlamlandırma işlemi karşısında olduğumuzu bilmek ve öncelikle belirleyici olan iradenin kendi niteliğinde saklı duran “sanatsal olan ya da sanat değeri taşıyan” şeyleri doğru tespit etmek gerekir. Çünkü, burada temsil düşüncesinin kendisi üzerine kodlanmış, kurgulanmış bir anlatım gerçekleşmektedir. Bu yüzden ortada olan görsel temsil faaliyetinin kendisine; geliştirdiği anlatım tekniklerine, düzen ve işleyiş mantığına yani (ve özellikle) reel dünyadan nesnel karşılığı olmayan statü ve kimlik, devlet ve iktidar gibi şeylerin gösterilme esasına bakılmalı; şeyleri ve durumları, kısıtlı görünen bir dil aleminde görselleştiren bağlam üzerinde önemle durulmalıdır.”


Nakkaş Osman, Surname-i Hümayun, Topkapı Sarayı Müzesi, İstanbul. (H. 1344)
 [https://islamicart.museumwnf.org/database_item.php?id=object;isl;tr;mus01_a;49;tr&cp]

Minyatürü; dar anlamıyla tarihsel ömrünü tamamlamış bir kitap sanatı pratiği olarak tanımlayabiliriz. El yazması kitap metninde anlatılan konuya uygun olarak gerçekleştirilen bir resimleme eylemi, bir sahne yaratma çabası, basit ve doğrudan bir ifadelendirme yönelimidir. Nesne ve figürlerin aslına değil suretine; mekânların ise, simgesel ve soyut haline öykünen dekoratif bir gösterim esasına göre yapılanır. Dolayısıyla, el yazması kitap bütününün tamamlayıcı bir unsuru olan minyatürü, doğrudan resim olarak görmek, resmi oluşturan yapısal unsurlar eşliğinde değerlendirmek yanlış ve eksik olur.

Geleneksel anlamda Osmanlı minyatür pratiğinde, görmenin önüne geçen düşünce; kaynağını güncel olandan değil, sürmekte olan sistemin bekaasından, saltanat fikrinden ve ona eklemlenmiş dönemsel üslûp anlayışından almaktadır. Minyatüre bu yüzden, “bir dönemin kültürüne, zihniyetine ait görme biçiminin bütünselliğini içeren bir yapı” olarak bakmak gerekir. Zaten bu algı, minyatürü başlı başına zaman dışı bir bilgi iletişim unsuruna çevirmektedir. Saptanmış, üzerinde uzlaşılmış ve statü endişesiyle sıralı bir dizilimle oluşturulmuş bu anlatımda, bilinen kodlar bir araya getirilerek öyküsel bütünlük sağlanmaktadır. Burada belirleyici olan ilkeler, düşüncenin en mutlak, doğrudan ifadelendirilmesi için devrededir. Bu tür bir görme deneyiminin örgütlediği düşüncenin, kurallı ve dizgeli bir anlatımla bize artık saf ve çocuksu görünen görsel bir dili önermesi rastlantı değildir.

güncel ve gerçekçi yanıyla ayrışan bir duyarlık: osmalı minyatürü

Osmanlı minyatürü, edebî ve dinî öykülerin resimlenmesi yerine, daha çok yaşanan olayları anlatan belgeci ve gerçekçi bir duyarlılığa sırtını dayar. Batılılaşma sürecinde bu dil ve aktarım meselesinin gerçek mahiyeti tartışılmadan tutarsız bir değişim arayışına, Batılı usûl ve tekniğe hasredilen üslûp dönüşümü ile hatalı bir yola girilmiştir. Böylece, derunî yanını iptâl eden, gerçekçi temsile ulaştıkça eğlenceli ama bir o kadar da çaresiz kalan ve kendi sınırlarını zorlayan bir biçimleme olgusu olarak karşımıza çıkarılmıştır.

Aslında, kurumsal ve kültürel eksende yaşanan, Batılı kaynak, bilgi, teknik ve usûllere yakınlaşan Osmanlı yaşantısının modernize olma yolunda bu tasvir biçimini dışarıda bırakması kaçınılmazdır. Bu nedenle, ilk bakışta sınırlı ve kısıtlı görünen bu görsel dilin ve imgelemin, bize özgü bir zihniyet ve düşünce biçimiyle, davranış ve beyan kültürüyle ne şekilde örtüşmüş olduğunu anlamaya çalışmak gerekir.

Osmanlı imgelemi üzerine 2000’li yıllarda yapılan düşünsel açılımlar, esas itibariyle “dış-dünya verilerine benzeşim amaçlı bir tasvir” anlayışının peşinde olunmadığını gösteriyor. Bu imgelem, nesne-figür dünyasının simge biçimlerine atıf yapan bir benzeşim ilişkisini yeterli görüyor. Soyut ve şematik bir tasviri, dış dünyanın, olay ve olguların temsilinde ölçülü ve sınırlı bir imge düzeneği oluşturarak mümkün kılıyor. Burada önemli olan nakkaşın bilinçli bir tercih içinde, atölye disiplini ve terbiyesi gereğince bu yönelim içinde kalmasıdır. Anlatımın şahsileştirilmesi, yani kişisel üslûbun belirginleştirilerek eseri benzersiz kılan ifade özelliklerini imza ile taçlandırılması gibi bir olasılık söz konusu bile değil… Hatta nakkaşın imtina ettiği hususlar üzerinden mutlak, ruhanî ve siyasî ortamda kendi yerini belirleyememesi, haddini bilen bir bilinç niteliğini koruması gerekiyor. Bu durumda aciz varlığı, duygu ve düşüncesi ile aradan çekilerek sadece ustalığı ile dolayımsız bir görselliği inşa etmesi önemli hale geliyor.

Bu görsellik anlayışını yetersiz bulan eleştirilerin; bilimsel perspektifi, renk bilgisini ve basit betimleme tekniklerini bilen ve uygulayan bir sanat görüşünü savunanlar için geçerli yanları bulunmaktadır. Ancak; Doğulu tasavvurun izlerinin sürülerek gelinen bu noktada, yazma kitap işinde varlık gösterebilen bir tasvirin oluşma ve gelişme dinamikleri açısından, kullanılan görsel dilin normlarını çözerek, olay ve olgularla iliştirerek, bugün bile bizi bağlayan bir düşünüş ve ifadelendirme biçiminden söz edildiğini de unutmamak durumundayız. Bugün görüyoruz ki; Batı’yla bütünleşme yolunda uygulanan değişim programlarını, kültür yapımızı teşkil eden Doğulu ve İslamî kaynaklardan taşıyıp getirdiğimiz kimlik özelliklerimizle, kültür ve inanç biçimleriyle bağlantılı bir şekilde gerçekleştirmek daha olanaklı.

Bu yüzden, geleneksele atıflı temsili oluşturan kısıtlı dil ve üslûp disiplininin, yeni argümanlarla zenginleştirilmesi, yerleşik algımızı sorgulayan bir varoluşsal deney olarak ele alınması son derece yerindedir. Çünkü; bu tür tasvire, salt Doğulu ve İslâmî bilgi ve kültür çerçevesinde kalan ve değerlendirilmesi gereken bir konu şeklinde bakıldığında, duyumsadığımız mesafe ürkütücü bir hale gelmektedir. Yeni kriter ve belirleyici kavramlar geliştirerek burada mevcut bulunan simgesel dil ve yüzeysel anlatımın, bilişsel bağlantılarla kurulan ve/fakat üzerinde uzlaştığımız içeriğin anlam derinliği çağdaş düşünce ve sanat düzleminde ele alınmalıdır.

sınırları ihlâl eden yeni bir bütünsellik arayışı

Minyatürle ifade edilen görsel durumun estetik niteliğini, geleneksel misyon ve işlevin ötesinde, bağımsız bir bakış açısından anlamak, bu tümel yapıyı tesis eden unsurları sanat ve dil değerleri üzerinden, güncel olanla kurduğu ilişki ve bütünsellik bağlamında değerlendirmek son derecede önemlidir. Dahası, minyatürü aşkınlık içeren üretim deneyleri eşliğinde; kültürel bir hafızanın düşünüş biçimi, imgelemi, ifadesi ve/veya kavramsal bir durumun dışavurumu olarak yeniden biçimleyen yaklaşımlara değer verilmesi gerekir. Böylece, minyatüre özgü görsel dilin sınırlarını her defasında sarsarak aşmayı denemek kadar, bu dil’e özgü olanakları ve olasılıkları tartışarak; özgün ifade alanları yaratan bir olguyu, kendine dönük ve kendi içinde kalarak anlamaya çalışmak mümkün hale gelecektir.

Peki; günümüzde nakkaş tavrının öngördüğü ve bildiği şekilde tanzim ettiği düzenleme ile, mevcut göndermelerin güncel niteliği, hiyerarşik temsili terk eden, derinleşmeye çalışan yan öyküler, izleyende tam olarak bir resim ya da sanat pratiği duygusu yaratacak bir şekle dönüşebilecek mi? Geçerli olan düşünme biçimleri ile bu soruya doğrudan evet diyemeyiz. Minyatür olgusunun kendi iç mantığı bağlamında hareket etmek, farklı görünen bir temsil ve anlamlandırma işlemi karşısında olduğumuzu bilmek ve öncelikle belirleyici olan iradenin kendi niteliğinde saklı duran “sanatsal olan ya da sanat değeri taşıyan” şeyleri doğru tespit etmek gerekir. Çünkü, burada temsil düşüncesinin kendisi üzerine kodlanmış, kurgulanmış bir anlatım gerçekleşmektedir. Bu yüzden ortada olan görsel temsil faaliyetinin kendisine; geliştirdiği anlatım tekniklerine, düzen ve işleyiş mantığına yani (ve özellikle) reel dünyadan nesnel karşılığı olmayan statü ve kimlik, devlet ve iktidar gibi şeylerin gösterilme esasına bakılmalı; şeyleri ve durumları, kısıtlı görünen bir dil aleminde görselleştiren bağlam üzerinde önemle durulmalıdır.


ayrıca bakınız: https://saglamart.com/minyatur-gorselligi-ve-osmanli-bakisi

İzmir, Nisan 2018.