bir yaratıcı yazma eylemi: gölgenin ucunda*

GÜLAY YAŞAYANLAR

“Ergüven’in yazma istenci, bir kez daha zamanı yarıp, imge dağarcığımızı yeniden fark etmemizi sağlarken, yaşamın kanıtı olan yazma‘nın belirleyiciliğine de bir kez daha ışık tutmaktadır. Deyim yerindeyse; anlam peşinde, imgeyi (yapıyı) eleştiri çizikleriyle sürekli deşen Ergüven; bu sayede kendi beni’ne ilişkin sezgi mekanizmalarının dayanaklarını, anlam üretiminde sahip olduğu ayrıcalığı ve tüm bunların ihlâlci duyarlıkla olan çatışmalı ilişkisini gözler önüne sermektedir.”


Pierre&Gilles, “Bir Düğün Hatırası”, 1992, Renkli Fotoğraf.
http://www.artnet.com/artists/pierre-et-gilles/les-mariés-pierre-et-gilles-a-plseQPibsLwXdQAcPwZlRA2

“Düzenlenmiş bir bütün” olarak yazı, gerçekleştirdiği yapısal çözüm oranında iç-uzamını belirler. Anlama ilişkin (henüz okunmamış) seslerin, yazı diline dönüştüğü bu aşamada, söz/anlam ilişkisi gücünü ayrıntıların iyi okunmasından alır. Kaçınılmaz biçimde, düz anlamın bozuma uğratıldığı yerde, yazının heyecanlı serüveni de okura göz kırpmaktadır böylece. Tıpkı, “deneme doğruya soru işareti koymaktır” diyerek, doğrunun kurgusunu farklı kılığa sokmaya çalışan Mehmet Ergüven’in yazma eyleminde gerçekleştirdiği gibi… (s.16) Görüntü-anlam ilişkisini irdeleyen kitaplarıyla öne çıkan Mehmet Ergüven, son kitabı Gölgenin Ucunda da, aynı eksendeki hareketine devam ediyor. Aslında yazma olgusunun incelikleriyle oynadığı bu metinlerde keşfedilen her yeni ayrıntı, ona bir söz ve anlam üretme fırsatı veriyor. Daha ilk aşamada özgün yapının da belirleyicisi olan konu tercihleri (deneme ve yazma eylemi, resim-fotoğraf okumaları ve pornografik açılımlar), kitabın vazgeçilmez ilgi alanlarını oluşturuyor.

Gölgenin Ucunda, deneme yazarlığı olgusunu ve bu doğrultuda Ergüven’in yazarlık bilincinin temel unsurlarını içeren giriş niteliğindeki metinlerle başlar. Hemen ardından yazarlık konumu itibariyle kendine yakın bulduğu yazar tavırlarını ele alan ve Ahmet Oktay ile Enis Batur üzerine inşa edilen değerlendirmelerle ilk tespitlerini pekiştirir. “Ahmet Oktay ve Resim” adlı denemesinde, Oktay’ın resim okuma eyleminin tam da içinde bulunduğuna değinen Ergüven; Oktay’ın, Türkiye’de resmi öncelikle yazarların anladığını ve bir radikalizm bağlamında yeni eğilimlere sahip çıktığını belirtir. Ergüven’e göre Oktay; kendini sürekli yenileyerek şimdi’sini güncel tutan, dolayısıyla kendine giderek genişleyen bir ilgi alanı yaratan esaslı bir tavrı benimsemiştir. Bu arada, Ahmet Oktay’ın resim okuma eylemine katkısı hakkında da, “…Üretim ve alımlama boyutuyla resme ilgi duymak, bilinç niteliğimizin sorgulanması bağlamında iddialı bir çabadır” diyerek, Oktay’la aynı noktada buluştuğunu bir kez daha ifade eder. (s.40)

Bu kapsamın devamı gibi duran “Enis Batur ya da Dünyayı Biriktirmek” başlıklı denemede ise, Batur’un yazın serüveni merkeze alınmaktadır. Öncelikle, Batur’da varolan zenginliklerin okura her zaman keyifli bir okuma/izleme olanağı sunduğunu söyleyen Ergüven, gözümüzden kaçan bir ayrıntının ya da sıradan bir nesnenin, bu sayede ilgi alanımıza girmeye hak kazandığını ifade eder. Çünkü Batur’un algılama ve bilme istenci, fazlasıyla özgün ve gizil güçlerle donatılmış gibidir. Zaten Ergüven, “…kurulan her bağıntı, bir sonrakini okurdan talep eder” derken, okurun da bu kıvrak manevradan payına düşeni alması gerektiğini vurgular.  (s.47)

Aslında, Enis Batur’un imge analizinde ele alınan göstergeler de, sonuçta özel bir söyleme dönüştürür yazıyı. Batur’un “ayrıntılar dizgesi” içinde çoğalan bu unsurları  nasıl biriktirdiğine ve okura çözebilme olanağını nasıl tanıdığına ilişkin ipuçlarını yakalamak ise,  Ergüven’in şu ifadesinde anlamını bulmaktadır. “…Batur’un tasarladığı,   öz/n/el ansiklopedi, yeryüzünü topyekûn kucaklamak isteyen bir koleksiyonerin muhayyel kütüphanesidir gerçekte.” (s.51)

Gölgenin Ucunda‘da yer alan fotoğraf/resim okumaları kapsamında ise, Pierre& Gilles’in “Bir Düğün Hatırası” ve “Aşkın Gizemi” adlı çalışmalarına yönelik yazılar önem kazanmaktadır. “Bir Düğün Hatırası” adlı fotoğrafa baktığımızda, anlama ilişkin bilinen düzenin dağıldığı, kurgunun anlamı bozmak üzere varolduğunu kavramak zor değildir. Ergüven’in dediği gibi; “….kadın/erkek ayrımının ironik bir biçimde sergilendiği  bu sahnede, yağ tulumuna dönen düz anlam kendi üzerine devrilmiştir adeta.” (s.173) Pierre&Gilles’in fotoğrafında sorgulanan, esasen görülen değil, onun simgesel boyutuna işaret eden sonsuz sayıda yan anlamdan oluşan kavramsal bir betimlemedir. Yazara göre, burada “…kitsch’den çok kitsch’in sorgulandığına tanık oluruz”.  Bu fotoğrafta teşhir edilen ve bulanık bir cinsel kimliğe tekabül eden baskın genitalite‘nin dönüşümüdür  belki de. “Aşkın Gizemi”nde ise, yazar; “…başta mizansen olmak üzere tüm kurgunun kendi içinde eksiksiz bir bütünlüğe kavuşmasıyla, kendine teğet geçen kitsch’in nasıl değişime uğradığını, daha doğrusu sentetik hale gelen ilk imgenin aslına ne denli yabancılaştığını” iddia eder.(s.178) Belki de, saptırılmış libido‘nun bu kurgu-düzende oynaşması poz vermenin çatışmasına bırakmıştır yerini. Özetle, Pierre&Gilles’de saklı kalan şey yazarında ifade ettiği üzere kitsch’in buyruğunda gerçekleşen bir başkaldırıdır büyük ölçüde.

Öte yandan Gölgenin Ucunda‘nın önemli denemelerinden birinin de, Keith Haring’in güncesi üzerine kaleme alındığını belirtmek gerekir. Art in Transit ve Erotograph adlı iki başlık altında toplanan denemede, Ergüven’in, Haring’in güncesinden yaptığı göndermelerle metni zenginleştirerek aktardığına göre; günün her anı farklı resim yaptığını söyleyen Haring tanıdığımız şekliyle fizikî dünyanın bir devinim olduğuna işaret eder; ki bunun da değişimle eş anlamlı olduğunu belirtir. Değişimin oluşmasında hızın katalizör olarak devreye girip süreci kuşatması, Haring’in sanatsal çıkış yolunun da başlangıcını oluşturur. Yazara göre, “Bu noktada Haring’in izleyiciden beklediği şey, anlamak değil, bireysel tepkidir sadece.” (s.181) Haring’de sanatın sorunlarıyla yaşamsal iç-içeliğin sonucu, yaratıcı söylemin somut biçimlere dönüştüğü kolayca görülebilir. Tam da bu noktada Haring’den aktarılanlara göz attığımızda “… en fazla ilgimi çeken biçimleri araştırıp sebebini belirledikten sonra o doğrultuda çalışmalıyım” ya da ” özümü daha açık ve kesin yansıtacak resimler üretmeliyim” gibi önemli itiraflarla karşılaşırız. Özetle, Haring’in bu düşünsel avlanma serüvenine tutkuyla bağlandığı açıktır. Sonuçta akışkan zamana yayılan resimlerde Haring’in özüne doğru yol alan bir göstergeler dizisi bu şekilde oluşmaktadır. Ergüven’e göre, transit-ilkesi, sanatın sürekli akıp giden hayatla çıktığı yarıştan başka bir şey değildir burada. (s.182)

Ayrıca, Haring’in homo-erotik yaşamına değinildiği Erotograph‘da Ergüven, pornografi ve erotografi ayrımına da değinerek şu saptamayı yapar: “Pornografi mahremiyetini iğdiş ettiği cinsel hazzın sadece tüketimini öngörürken, erotografi bu hazzı hayatı yeniden üretmenin hizmetine sunar.” (s.186)Sonuçta; her iki kavramı da belirleyen  cinsellik, görünür ya da görünmez bir tensel varoluşa dönüşerek, bedenin kendisinin başkalaşımıyla özdeşleşir bir yerde. Otuz bir yaşında ölen Haring’in sanat yaşamında, cinsel enerjinin çok önemli bir itici-güç olduğu bilinen bir gerçektir. Yazara göre, “Yaratıcı doğurganlık ardında yatan, cinsel enerjiye zorunlu müdahale çabasıdır burada.” (s.184)

Gölgenin Ucunda‘da yer alan ve benzer kapsamıyla ilgi çeken, Robert Mapplethorpe’un, Jimmy Freman’ı model olarak kullandığı 1982 tarihli fotoğrafa yönelik “Çıplak Model” adlı denemesinde ise Ergüven, “…vücudun aldığı şekil, parçalarının algılanabilir toplamını saklamayı amaçlamaktadır sanki!” ifadesini kullanır. (s.230) Gerçekten de Freman’ın sahip olduğu sureti, er-dişi cazibesine çevirmesi, izleyicinin de ona dokunmasını engeller.  Bu karşılıklı dikizleyememe oyunundan yoksun kalan izleyici, cinselliğin sunuluşunu pozu çözümlediğinde aniden keşfeder. Ardından da, sorgulanan karede ekseni belirleyen fallik imge, kaçınılmaz biçimde etkili bir portreye dönüşür.  Ve “Jimmy, orasıdır” artık… (s.230)


Virgül, Sayı: 41, 2001

*Mehmet Ergüven, Gölgenin Ucunda, Sel  Yayıncılık, İstanbul , 2001.

ayrıca bakınız: https://saglamart.com/mehmet-erguven-pusudaki-ten